Şirkin İlacı; Şükür ve Edeb
Şirkin İlacı; Şükür ve Edeb
Şirkin sebebi, temelde eşyadaki gizli kabiliyetler ve insandaki gaflettir. Gerçekten dünya ve içindekiler insan için süslenmiştir. Bu süs insanın gözünü büyülemiş, gönlünü çekmiş; aklını sarhoş, beynini devamlı meşgul etmiştir. Bunun tek sebebi imtihandır. Bu imtihanla, Yüce Allah’a kul olanlar ile dünyaya kölelik yapanlar ortaya çıkacaktır.
Vahyin nuruna ve peygamberin yoluna tabi olmayan insanlar, akıllarına uyup huzuru eşyada aramış, ondaki cilveye bağlanmış, bu bağlılık ileri bir safhada putçuluk halini almıştır. Bu çok gizli bir imtihandır. Öyle ki, eşyadaki dış güzelliğe aldanan insan, mülkü malikten çok sevmiştir. Kul ile ma’budu ayıramayan akıl, şaşkınlığından serabı su zannetmiştir.
Nimet Şükür İster
‘Nimetin ve ikramın gereği nedir?’ sorusuna her mü’min, ‘şükür ve teşekkürdür’ cevabını verir. Arifler şükrü, ‘verdiği nimetle sahibine isyan etmemektir’ şeklinde tarif etmişlerdir.
Bu isyanın en kötüsü, nimetin sahibini hiç tanımamaktır. Bunun bir ileri derecesi, nimeti kendinin sanmaktır. En tehlikeli noktası da, eşyadaki imkan ve kabiliyetleri, mesela teknolojiyi kendi maharetiyle yarattığını savunmaktır.
Bir insanın nimeti artar da şükrü artmaz ise, onun Allahu Tealâ’dan uzaklaşması artar. Rabbinin nurundan ve terbiyesinden uzaklaşan insan, neticede insanlıktan çıkar; bilmez, inkar içinde bir hayat yaşar. Şimdilik sevinir, ancak ölüm ile sevinci hüzne dönüşüverir.
Rahmetle Aldanış
Cenab-ı Hak, şeytanın çok gizli bir oyunundan bahsediyor ve: “Sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah ile aldatmasın.” (Lokman/33) ikazını yapıyor. Şeytan, insanı Allah’ın geniş rahmetine güvendirerek isyana daldırır ve tevbeyi ertelettirir. İnsan da, ne yapsa hayatın devam ettiğini, rızkının geldiğini, dünyanın döndüğünü görünce, nefsinin keyfine göre gitmeye devam eder. Bu oyalanma ölüme kadar sürer. Şu hadisin uyarısına kulak verelim:
“Vallahi Allahu Tealâ’dan daha sabırlı kimse yoktur. Kudretiyle basit bir meniden yaratığı kullar kendisine ortak koşar, Allah’ın oğlu vardır gibi davalara kalkar, bütün bunlara karşılık O sabreder; onları helak etmez. Ayrıca, kendilerini rızıklandırır, vücutlarına afiyet verir ve ikramlarını devam ettirir.” (Buhari, Müslim, Nesâî)
Ölçü ve Edeb
Cenab-ı Hak, ölçüyü Peygamberlerinin eline vermiştir. Herkes kendisini onlar ile ölçmeli ve dengeye getirmelidir. Şimdi, dünya tarihinde en harika tecellilere mazhar olan iki büyük peygamberin örnek hallerini zikredeceğiz.
Alemlere rahmet kılınan Rasulullah (A.S.) Efendimize, kainatın bütün perdeleri açıldı; saniyeler ile ifade edilebilecek çok kısa bir zaman içinde bütün alemi, yedi kat semayı gezdi, seyretti. Yıldızların, galaksilerin, ışık hızıyla hareket eden cisimlerin bulunduğu dünya semasını geçti, nur hızıyla çok ötelere yükseldi. Cenab-ı Hakk’ın cemalini gördü. Allah onun geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affettiğini müjdeledi. O da bunca ikramlar karşısında boynunu büktü, edebe büründü, hayasından utandı, ter döktü. Taatını artırdı, gündüzlerini davete, gecelerini ibadete ayırdı. Bir ara Âişe validemiz (R.A.): “Günahın affedilmişken, kendini taata verdin, nedir senin derdin?” diye sorunca: “Rabbime şükretmekten başka bir derdim yok!” buyurdu. (Buhari, Müslim)
Cenab-ı Hakk’ın lütfuyla Hz. Süleyman (A.S.), bugün hiçbir teknolojinin taklidini yapamayacağı imkanlara sahip kılınmıştı. Hayvanların dilini bilir, onlarla konuşurdu. Hayvanlar ve cinler onun emrinde çalışırdı (Neml/16-18). Bulutları istediği yere sevk ederdi. Yerde ve gökte hükmederdi (Enbiya/81-82). Bir defasında, yanındaki görevli cin ve insanlara Yemen’de Seb’e Melikesi Belkıs’ın tahtını Kudüs’e huzuruna getirmelerini emretti. Vezirlerinden Asaf b. Berhiya, Allahu Tealâ’nın kendisine verdiği bir yetki ile bir anda, bir göz açıp kapama süresi içinde tahtı getirdi, Hz. Süleyman’ın önüne koydu. Bu nimet karşısında ulu peygamber sevindi secdeye kapandı. Şöyle şükretti:
“Bu Rabbimin bir ihsanıdır. O bunu bana, şükür mü edeceğim, yoksa inkara düşüp nankörlük mü edeceğimi sınamak için ihsan etti. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. İnkar ve nankörlük edene gelince; o kimse bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O, çok kerem sahibidir.” (Neml/40)
İşte keşif, işte edeb. İşte teknoloji, işte tevazu! İşte ilim, işte iman! İşte tasarruf, işte teslimiyet!
Demek ki insan, manen yükseldikçe, kendisine daha fazla takva ve edeb gerekiyor; yükselen kimsenin yükü artıyor. Keşfi açılan kimse, tevazuya sarılıp boynunu bükmez ise işi tehlikedir. Çünkü, Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetleri nefse mal etmek önce kibre, sonra şirke kapı açar.
Maddi nimetlerde de durum aynıdır. Keşfedilen her yeni teknoloji, elde edilen bütün buluşlar, ayrı bir ilahi ikramdır. Bütün bunların karşısında kulun yapacağı tek şey: “Bu, Yüce Rabbimizin bize bir lütfudur” deyip nimete sevinmek ve onu verene şükretmektir.
Esasen, eşyaya yüklenmiş olan kabiliyetlerin ortaya çıkarılması ve ondaki nimetlerin yayılması şükrün içine girer. Çünkü, bilinmeyen ve kullanılmayan nimete şükredilemez. Ancak, şükürde iki önemli vazife daha var: Birincisi, bu nimeti vereni bilmek, ikincisi de verdiği nimet ile O’na isyan etmemektir. İşte şükür budur.
Bu edebler korundukça, insan Yüce Yaratıcının kulu, eşyanın efendisi olur. Aksi durumda, kıymetli olan hep eşya olur.
Nurullah Toprak
Semerkand Dergisi