Hz.Adem'in 19. Kuşaktan Torunu Hz.Salih.
Hz.Adem’in 19. Kuşaktan Torunu Hz.Salih.
Hz. Sâlih, Kur’an-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerden biri.[2] Semud kavmine gönderilen peygamber olup Hz. Nuh’un oğullarından Sam’ın neslinden olup Hz.Âdem’in 19. kuşaktan torunudur.
Hz. Sâlih, Şam ile Hicaz arasında “Hicr” denilen yerde yaşayan “Semud” kavmine peygamber gönderilmiştir. Bu kavim de dağları delmiş, taşları oymuş, kendilerine pek sağlam binalar yapmışlardı. Fakat, bunlar da doğru yoldan çıkmış bulunuyorlardı. Hz. Sâlih’in yirmi sene devam eden emirlerine ve öğütlerine muhalefet ettiler. “Bu deveye dokunmayınız” dediği ve mûcize olarak taştan Allah’ın emri ile çıkardığı hayvanı boğazladılar. Nihayet şiddetli bir gürültü ile yerlere serilip helâk oldular. Salih peygamber de, kendisine îman edenlerle beraber çıkıp önce Şam’a, Filistin’e, sonra da Mekke-i Mükerreme’ye gitti. Seksen beş sene veya iki yüz sene yaşadığı ve Mekke-i Mükerreme’de Rükün ile makam arasında gömüldüğü rivayet edilir.
Hz. Hûd’un peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. Îmân ettikleri için bu azaptan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı, Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeple “Eshâb-ül-Hicr” de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabîleden meydana geldi. Reisleri de Cenda bin Amr isminde birisi idi. Yazları sıcak günlerde yüksek yaylalara dağlara çıkarlar, taşlara oydukları büyük, saraylarda yaşarlardı. Kış mevsimi gelip de soğuklar bastırdığında aşağı vadiye iner orada yaptıkları köşklerde yaşarlardı. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabîle reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allah-u teâlâya îmân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular.İşte bu diyarda Hz. Sâlih doğup büyüdü. Semud kavminin ileri gelenlerinden, Ubeyd adlı bir zatın oğlu olan Salih, güzel ahlakı, hoşgörüsü, fakirleri ve zayıfları kollayıp korumasıyla herkesin gönlünü almıştı. Küçük yaştan itibaren putlara tapmazdı, ve ileride kendisinin Semûd’a lazım olabileceği için ona kimse bir şey diyemezdi.
Hz. Sâlih, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allah-u Teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi;
«Biz, Semûd kavmine kardeşleri Salih’i (gönderdik)» «Andolsun, Biz Semud (kavmine) kardeşleri Salih’i: “Yalnızca Allah’a kulluk edin” diye (demek üzere) gönderdik. Bir de ne görsün, onlar birbirilerine düşman kesilmiş iki gruptur.»
Hz. Sâlih kavmini îmâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; “Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah’tan korkun, bana itâat edin.” diyerek dâvetini açıkladı.
Hz. Sâlih’in bu dâveti karşısında pek az kimse îmân etti. Kavmin çoğunluğu îmân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Hz. Sâlih’e; “Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!” diyorlar, onu, “büyülenmiş, yalancı” sayıyorlardı. Hz. Sâlih ise kavmini îmâna dâvet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:
“Ey Semûd kavmi! Siz içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerle, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebedî olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhipleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin gibi kendilerini burada ebedî kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah’a isyân ettirenler, ilâhî azaptan kendilerini de sizi de kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.”
Allah-u Teâlâ, Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu. Yalnızca bir kaynaktan su geliyordu. Onun dışında bütün kaynaklar kurumuştu. O kaynak halkın ihtiyacına yetiyor ise de bağlara ve bahçelerine yetişmiyordu. Hz. Sâlih’e kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: “Ey Hz. Sâlih! Aramıza fesat karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.” dediler. Hz. Sâlih bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları îmâna dâvet etti. Semûd kavmi, Hz. Salih’ten mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine îmân etmediler.
Yine bir gün Hz. Sâlih’e gelip: “Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana îmân ederiz.” dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapamamasını ve mahcup olmasını düşündüler.
Hz. Sâlih; “Allahü Teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?” dedi. Semûd kavmi, böyle bir şey olamayacağını düşünerek; “Bu şartı da kabul ediyoruz.” dediler.
Hz. Sâlih’in bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve azgın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti.
Hz. Sâlih, onlara; “Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.” dedi. Semûd kavmi; “Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.” dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar.
Hz. Sâlih, böyle bir mûcize vermesi için Allah-u teâlâya duâ etti ve duâsı kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı îmân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü îmân etmediler. Hz. Sâlih, onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inat ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar.
Mûcize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mûcize olup tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. Îmân edenler, ondan bir kabîleye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içiyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların îmânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mûcize karşısında âciz kalan Semûd kavmi, deveyi öldürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Hz. Sâlih’in nasîhat edip, îmân etmeye çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; “Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!” dediler.
Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Hz. Sâlih’e; “İşte deveyi öldürdük. Eğer söylediğin gibi bir peygambersen söylediğin azâbı getir.” dediler.
Hz. Sâlih bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasîhat edip; “Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesîlesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günahkârlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!” dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Hz. Sâlih’i, âilesini ve îmân edenleri de öldürmeyi plânlamaya başladılar.
Semud kavmi, deveyi öldürmekle ızdırap ve sıkıntılarından kurtulacaklarını sanıyorlardı. Ancak Hz. Salih’in tehdit dolu sözleriyle, daha sıkıntılı daha ızdırap dolu saatler başlamıştı.
Hz. Sâlih bu azgın kavme şöyle dedi: “Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikinci gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azap gelerek sizi helâk edecektir!”
Hz. Sâlih’in söylediği bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Hz. Sâlih’i ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil gelip, durumu Hz. Sâlih’e bildirdi. Hz. Sâlih da îmân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti.
Birinci günde bâzı acâib hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü. Allah-u Teâlâ, Hz. Sâlih’e o beldeyi terk etmelerini ve bir şiddetli azabın geleceğini vahyetmesi üzerine Hz.Sâlih ve kendisine imân eden 4000 kişi ile birlikte orayı terk ettiler. İkinci günde Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğine kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Hz. Sâlih’in, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Cebrail Aleyhisselam onları bir sabah vakti sayha ile azaplandırdı. Sayhânın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı;
«(Bu azgınlara) azabım ve uyarılarım nasıl oldu! Biz onların üzerlerine korkunç bir ses gönderdik. Hemen hayvan ağılına konan kuru ot gibi oldular »
Derken sarsıntılar ve gök gürlemeleri durdu. Sesler kesildi. (Onlara gelmesi bildirilen) hakikat yerini buldu. Yurtlarında cansız ve hareketsiz cesetler olarak diz üstü çökük vaziyette kalakaldılar.
Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer hâlini aldı. Semûd kavmi helâk edildikten sonra Hz. Sâlih, îmân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; “Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allah-u teâlâya îmân etmeye dâvet ettim ve bunu size tebliğ ettim. Bu duruma düşmeyesiniz diye, size nice nasîhatler yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!” dedi.
Ancak birisi sayha’dan kurtulmuştu. Bunun ismi Ebû Rigâl isminde birisi idi. Ebû Rigâl Semûd’un helâk olduğu sırada Mekke-i Mükerreme’de Harem-Serif’te idi. Bu sebepten dolayı ona musibetten bir şey isâbet etmedi. Günlerden bir gün Harem’den çıktığında gökten bir tas düşüp onu öldürdü. Rasulallah Hicr’e uğradığı vakit buyurdu ki: «Mucize istemeyiniz. Muhakkak ki Sâlih’in kavmi mucize istedi de, Allah-u Teâlâ onlara deve gönderdi. Deve bu yoldan suya gider, şu taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak sözden) dönüp haddi aştılar. Allah’ın hareminde olan bir kişi dışında (ve imân edenler müstesna) Semûd kavminden herkesi helâk eden bir sayha onları yakalayıverdi» Bunun kim olduğu sorusuna:«Ebû Rigâl’dir. Harem’den çıktığında isâbet eden azap ona da isâbet etti» dedi.
Müminler bir müddet sonra bu harabe haline dönüşen şehre geldiler. Azgınlığın ve inkarcılığın kötü sonucunu seyrettiler. Mü’min olduklarından dolayı Allah’a şükrettiler.[2]
Hz. Sâlih, kavminin helâkinden sonra kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke’ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır. Elmalılı Hamdi’ye göre ise Filistin’e gitmiştir.
Allah Elçisi Salih (a.s), müminlere öğütlerde bulundu; onlara, Allah’a kul olmanın sevincini tattırdı. Her peygamber gibi o da Rabbinin rahmetine kavuştu. Ölümsüzlük diyarına ulaştı.
Mekke’de vefat edip Kâbe-i Muazzama yanında defnedildi. Resulullah (s.a.v.) Tebük gazvesine giderken, Semûd halkının (kalıntı halinde) evlerinin bulunduğu Hicr’ denilen yerde konakladı. Resulullah (s.a.v.), sahabeleri Hz. Salih’in devesinin su içtiği kuyunun yanına götürdü. Sahabelere: Şu azaba uğramışların yurduna ancak ağlayarak girin. Eğer ağlamayacaksanız, girmeyin. Yoksa onlara gelen musibet, size de gelir” buyurdu. (Buhârî, Müslim).
Kur’ân-ı kerîmin değişik âyet-i kerîmelerinde, Hz. Sâlih’ten ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir:
«Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. Îmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık.» (Fussilet sûresi: 17-18)
Hz. Sâlih’in Mûcizeleri
- Kayadan deve çıkartması.
- Hz. Sâlih’in kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. “Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!” diye kendisine mûcize teklifinde bulundular. Hz. Sâlih, duâ edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi.
- Hz. Sâlih’in duâsı bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır.
- Hz. Sâlih’in çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. Îmân etmeyenlerden biri, gizlice Hz. Sâlih’in çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; “Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!” diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Hz. Sâlih, yangının sönmesi için duâ edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu.
maşşallahhh ne kadar güzel bir mezar 😛