Allah Korkusundan Ağlayan Peygamber Hz. Nuh
Allah Korkusundan Ağlayan Peygamber Hz. Nuh
Nuh Aleyhisselam, İdris Aleyhisselam’dan sonra gelen peygamberdir. Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine «Ülü’l-Azm» (Azm edilen) denilen 6 peygamberden ikincisidir. Bu 6 büyük peygamber şunlardır: Hz. Adem, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.).. Bunun nedeni kavminin Nuh tufanı diye adlandırılan gazap ile cezalandırılmalarındandır.
Nûh (A.S.), Adem (A.S.)’dan yaklaşık olarak bin sene sonra gönderilmiştir. Bu zaman zarfında insanlar tevhid üzere olup, Allah Teâlâ’ya şirk koşmaktan kaçınırlardı. İbn Abbas (R.A.)’dan şöyle rivayet edilmektedir: “Adem ile Nûh arasında on asır vardır. Bu zaman zarfında insanların hepsi İslam üzere idiler.”
İbn Abbas (R.A.)’ın hadisinde, İslâm üzere on asırdan bahsedilmektedir. Bu on asırdan sonra, Nûh (A.S.) gönderilinceye kadar, insanların sapıklık üzere bulundukları daha başka asırların da olması muhtemeldir. Ayrıca, İbn Abbas (R.A.)’ın bu hadisi, tarihçilerin ve Ehl-i kitab’ın zannettikleri gibi, Kabil ve oğullarının ateşe tapan bir topluluk olarak varlığının söz konusu olmadığını da ortaya koymaktadır. Yani, tevhidden ilk sapma, Adem (A.S.)’den en az 1000 sene sonra olmuştur.
Allah Teâlâ’ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı. İdris (A.S.)’ten sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlerini zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah’tan başka ilâhlar edinerek, O’na şirk koşmaya başlamışlardı. Putları diken bu ilk neslin vebali oldukça büyüktür. Zira onlar, bu putları dikmekle bir sonraki neslin putperest olmasına sebep olan ve Allah’a şirk koşmayı ilk icat edenlerdir. Ayrıca onlar, canlı suretler yapmakla da Allah Teâlâ’nın azabına müstahak olmuşlardır. Hz. Peygamber (S.A.V.) canlı bir şeye benzer bir sûret yapan kimse için şöyle buyurmaktadır: “Her kim bir sûret yaparsa, Allah Teâlâ ona kıyamet günü, yaptığı sûrete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu başaramayacaktır”, Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır. Onlara; “yarattıklarınızı diriltin bakalım” denilecektir”
Allah korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına gelen ”Nuh” denilmiştir.İdris Aleyhisselam insanlara peygamber olarak gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göğe kaldırıldı. Onun göğe kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve çeşitli heykeller yapıp; putperest, tapmaya başladılar. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra, gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi kötülükler artıp yayıldı. Hz. Nuh, böyle bir cemiyet içinde çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allah-u Teâlâ’ya ibâdet eden sâlih bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle, marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken, Allah-u Teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh Aleyhisselam, ömrünü sonuna kadar insanları Allah-u Teâlâ’ya iman etmeye, o’nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete çağırdı. Kur’ân-ı kerimde meâlen; ”Muhakkak ki biz, Nuh’u (Aleyhisselam) kavmine resûl olarak gönderdik” buyrulmaktadır.
Hz. Âdem’den sonra insanlar çoğalmış, birçok yerleri imar etmiş; fakat Allah’ın birliğine dayanan gerçek tevhid dînîni bırakıp putlara tapınmaya başlamışlardı.Fakat kendilerine kırk veya elli yaşında bulunan Hz. Nuh Aleyhisselam peygâmber gönderildi. Bu muhterem peygâmberin 950 sene süren öğütlerini dinlemediler. Sonunda Hâzreti Nuh, Yüce Allah’ın emri ile gemi yaptı. Bu gemi tamamlandıktan sonra gökten yağmurlar yağmaya, yerden sular fışkırmaya, denizler kaynayıp taşmaya başladı, sular bütün yeryüzünü kapladı. Dağların tepelerini bile aştı. Buna “Tufan” olayı denir ki, rivâyete göre Hz. Âdem’in yaratılışından 2242 sene sonra olmuş, 5 veya 7 ay devam etmiştir.
Nuh Aleyhisselam, Sâm, Hâm ve Yafes adındaki üç oğlu ile diğer müminleri ve uygun gördüğü hayvanlardan birer çifti gemiye almış, bunun dışında kalanlar suların içinde boğulup gitmişlerdir. Hz. Nuh’un Yam veya Ken’an adındaki oğlu da kendisine inanmayıp bu günahkâr kavim arasında boğulup gitmiştir. Daha sonra yağmurlar kesilmiş, sular çekilmeye başlamış, Hz. Nuh’un gemisinde, Musul civarında “Cudi” denilen dağın üzerine Muharrem’in onuna rastlayan “Aşûre” gününde oturmuştu. Rivayete göre kırkı erkek kırkı dişi olmak üzere 80 kişiden ibaret bulunan gemi halkı karaya çıkmış, Yüce Allah’ın dinine bağlı kaldıkları için selâmete ermişlerdir.
Hz. Nuh’a ikinci âdem denir. Çünkü yeryüzündeki insanlar Tûfandan sonra bütün onun neslinden türeyip yeryüzünde dağılmış, aralarında başka başka diller meydana gelmiştir. Rivayete göre Hz. Nuh’un oğlu bulunan Sâm, Arapların, Farsların, Rumların, Hâm Sudan kavminin, Yafes de Türklerin ilk babasıdır. Hz. Nuh, Tûfandan altmış sene veya 350 sene kadar daha yaşamıştır.
Nuh Aleyhisselam ve diğer kimselerin çok uzun seneler yaşamış oldukları çok görülmemeli.Yüce Allah ilk insanları, hikmeti gereği çok yaşatmıştır. Allah’ın kudretine göre güçlük yoktur. Zaten varlığımızın her ânı onun kudreti ile ayaktadır. Yoksa bir an bile yaşamak mümkün değildir. Onun için Yüce Allah dilediğini uzun ömre kavuşturur. Artık bu seneleri mevsimlere çevirmeye gerek yoktur.
Tûfan olayına gelince, bu âlimlerin çoğunluğuna göre genel olmuştur. Bütün yeryüzünü kapsamıştır. En yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri de bunu kuvvetlendiriyor. Bazı âlimlere göre de, özel bir bölgede olmuştur. Yalnız Hz. Nuh’un bulunduğu Bâbil bölgesine ve etrafına aittir. Gerçeğini Allah Tealâ Hazretleri bilir.
Hayatı
Hz. Nuh, İdris Aleyhisselam’ın göğe çıkarıldıktan sonra azan insanlara peygamber olarak gönderildi. İnsanlar putlara tapmaya başladı. Cenab-i Hak bunun için Nuh Aleyhisselam’ı peygamber olarak gönderdi. O zaman 50 yaşında idi. Yıllarca insanları dine davet etti, putlara tapınmaktan sakındırdı ve Allah-u Teala’ya ibadet etmelerini söyledi. Ama Nuh Aleyhisselam’a kendi oğlu Yam yani Ken’an bile iman etmedi, hatta alaya alıp işkence ettiler: «Andolsun ki Nuh’u elci olarak kavmine gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin ondan başka tanrınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum» (A’raf, 59). Nuh Aleyhisselam insanların davetine icabet etmedikleri için onlara beddua etti: «(Rabbim!) Sen de bu zalimlerin ancak şaşkınlıklarını artır» (Nuh, 24). Allah-u Teala da bundan sonra Nuh Aleyhisselam gemi yapmasını emretti: «Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!» (Hud, 37). Gemi bitince tufan oldu (denizler taştı ve her taraf su oldu). Nuh Aleyhisselam sayısı 80 kişi kadar olan mü’minler ile 3 katli olan gemiye bindi. Nuh Aleyhisselam gemiye her hayvandan birer çift aldı. oğlu Ken’an’ı da gemiye almak istedi, ama o; “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” dedi, gemiye binmedi ve hemen bir dalga onu alıp boğdu. Allah Teala da Nuh Aleyhisselam’ın bu oğlu hakkında af dilemesine karşılık: «(…) Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir istir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme.(…)» (Hud, 46) buyurdu. Sular, dağları aştı; insanlar ve hayvanlar, telef oldu. 150 gün geçtikten sonra Allah-u Teala: «Yere suyunu çek; göğe: ey gök sen de yağmurunu tut» buyurdu ve bunun üzerine yağmur durdu, sular çekildi. Gemi, Cudi dağına oturdu. Hz. Nuh’a inanıp kurtulan insanlar aç oldukları ve dağda yiyecek olmadığı için Nuh Aleyhisselam’ın emri üzerine ellerinde olan bütün yiyecekleri birleştirdiler ve böylece ilk defa Aşure yemeğini yaptılar. İnsanlar Nuh Aleyhisselam’ın 3 oğlu Sam, Ham ve Yafes’ten türediği için Hz. Nuh’a ikinci Adem de denir. Nuh Aleyhisselam’ın 1000 yaşında vefat ettiği söyleniyor, ama Kur’an-i Kerim’de: «Andolsun ki biz Nuh’u kavmine gönderdik de o 1000 yıldan 50 yıl eksik bir süre yanlarında kaldı.(…)» (El-Ankebut, 14) geçiyor.. Hz. Nuh gemicilerin ve marangozların piri sayılır, çünkü bu işleri Allah’ın ihsanıyla ilk defa o yapmıştır.
Nûh (A.S.)’ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum şöyle anlatılır: “Nûh dedi ki: “Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu hem senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: “Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. “Nûh, “Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular” dedi. İnsanlara; “sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva’, Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin” dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; “Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler”.
Allah Teâlâ, bu kavme helâkı umumi kıldığı gibi, Nûh (A.S.) da bunun umumî olmasını istemişti. Çünkü, asırlar süren daveti neticesinde anlamıştı ki; bunlardan kalan nesil, yine onlar gibi inkarcılar olacaktı. İbn İshak şöyle demektedir: “Bir sonraki asır geldiğinde o nesil, bir öncekinden daha berbat oluyordu. Sonra gelen nesiller; “Bu adam babalarımızla, dedelerimizle birlikte yaşamıştı ve onun hiç bir sözünü kabul etmemişlerdi. Bu deliden başka biri değildir” diyorlardı”.
Yeryüzünde ilk defa fesat çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ’nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (A.S.)’a Tufanın gelişini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)’dan suların kaynamasını göstermişti.
Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti: Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir” dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı.
Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivayetler vardır.
Nûh (A.S.) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nûh (A.S.) oğluna; “Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma” diye seslendi. Oğlu; “Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır” deyince, Nûh; “Bugün Allah’ın buyruğundan, O’nun acıdıkları dışında kurtulacak yoktur” dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı.
Allah’a isyanda direten ve O’nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.
Taberî’nin Resulullah (S.A.V.)’e dayandırılan bir rivayetine göre Tufan, 6 ay sürmüştür. Recebin ilk günlerinde başlayan Tufan, Muharremin onuncu gününde son bulmuş ve gemi Cudi dağının üzerine oturmuştu. Nûh (A.S.), şükür için, herkese oruç tutmasını emretmişti. Bu gün, Aşûre günü olarak o zamandan günümüze dek hatırasını sürdürmüştür..
Gemi, su üzerinde kaldığı altı ay boyunca dünyanın her tarafını dolaşmıştı. Allah Teâlâ, Tufan esnasında Âdem (A.S.) tarafından inşa edilen Mekke’deki Beytullah’ı yeryüzünden kaldırmıştı.
İnkar edip yeryüzünde fesat çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: “Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in”.
Nûh (A.S.), gemiden indikten sonra, Semânîn diye isimlendirilen bir yerleşim yeri inşa etmişti. Bu yer ve Cûdî dağı; Ceziretu İbn Ömer (Cizre)’in yakınında bulunmaktadır.
Diğer bir rivayete göre de Nûh (A.S.) gemide 150 gün kalmış, Allah Teâlâ, gemiyi Mekke’ye yöneltmiş; gemi kırk gün Beytullah etrafında dönmüş ve sonra da Cudi’ye yönelterek orada durdurmuştu. Geminin kalıntıları muhtemelen bu dağın üzerinde hâlâ bulunuyor olmalıdır. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de, insanlara ibret olsun diye onu, bulunduğu yerde bıraktığını zikretmektedir: “And olsun ki Biz, o gemiyi bir ibret olarak bıraktık; öğüt alan yok mudur”.
Nûh (A.S.) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (A.S.) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes’ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ancak onun soyunu sürekli kıldık”. Resulullah (S.A.V.) bu ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir.
Tarihçiler; Sam’ı, Arapların ve Fars’ların atası; Ham’ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes’i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler.
Nûh (A.S.)’ın tufana kadar 955 yıl yaşadığı kesindir: “Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı”. Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (R.A.)’ın görüşüne göre, Nûh (A.S.), 1780 sene yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram’a yakın bir yere defnedilmiştir.
Nûh (A.S.), Ulûl-Azm peygamberlerin ilkidir. Allah Teâlâ onu, “çok şükreden kul (abden şekûra)” olarak isimlendirmiş ve kıyamete kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: “Sonra gelenler içinde “Alemlerde, Nûh’a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı”.
Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: “İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı”.
Allah Teâlâ, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nûh (A.S.) ve onun yolunda olan diğer ulul-Azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (S.A.V.)’e bir örnek olarak gösterilmektedir: “Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de sabret”.
Nûh (A.S.), Peygamber (S.A.V.)’e ve inanan tebliğcilere bir numune olarak gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, Müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmuştadır.
Mûcizeleri
Nuh Aleyhisselâm’ın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allah-u Teâlâ Cebrâil Aleyhisselâm’ı gönderip, ”Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret etsin.” buyurdu. Nuh Aleyhisselam da buyrulduğu gibi yapıp eliyle işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular. Bunun üzerine on iki kişi imân etti.
Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi.
Susuz yerlerden su çıkarırdı.
İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.
Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.
Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.
Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duâsıyla yiyecek maddeleri hâline gelirdi. Gemisi Cudi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan kurtulmak için yiyecek isteklerinde duâ edince bir miktar toprak ve kum yiyecek hâline geldi ve bunu yediler.
İmân ederek gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına rağmen, onun duâsıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.
Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve verdi.
Hz. Nuh’un Oğlu, Niçin İman Etmedi?
Cenab-ı Hak insana hidayet ve dalalet olmak üzere iki yol göstermiştir. İnsanlar bizzat kendi iradelerini kullanarak imana talip olmadıkça, Cenab-ı Hak kimsenin kalbine imanı zorla koymaz. Allah’ın insana imanı nasip etmesi, yine insanın bu hususta göstereceği gayrete bağlıdır. Nitekim İmam-ı Sadeddin Teftazani, imanı, “Kulun irade-i cüz’iyesini (cüz’i iradesini) sarf ettikten sonra, onun kalbine Cenab-ı Hak tarafından ilka edilen (konulan) bir nurdur” diye tarif ederek bu hakikate işaret etmiştir.
İman gibi, küfür de böyledir. Kul kendi iradesini kullanarak küfür ve dalalet yolunda gider, hal ve hareketleriyle bunu açıkça gösterirse, Cenab-ı Hak ona iman nurunu nasip etmez, gitmekte olduğu küfür yolunda bırakır.
İşte Hz. Nuh’un hanımının ve oğlunun; Hz. Lut’un hanımının, Peygamber Efendimizin amcası Ebû Talib’in iman etmeyişlerinin sebeplerini bu bilgiler ışığında değerlendirmek gerekir. Bunlar bir peygamber hanımı, peygamber oğlu, peygamber amcası olmakla birlikte, kendi iradelerini yerinde kullanamamışlardır. İnatlarında ısrar ederek peygamberlerin davetlerine kulak tıkamışlardır. Böylece de iman nimetinden mahrum kalmışlardır.
Demek ki, bir insanın gerçek kurtuluşa ve saadete erebilmesi, bizzat kendi iradesini iyiye kullanarak hidayet yolunu tercih etmesine bağlıdır. Aksi takdirde peygamber oğlu olsa dahi bunun kendisine hiçbir faydası olamaz.
Nuh suresi
Nuh sûresi, Mekke’de nazil olup 28 ayettir. Hatt-i Osman’a göre 71. suredir. Nuh Aleyhisselam’ın kavmine gönderilişini ve Nuh tufanını anlattığı için sureye bu ad verilmiştir. Peygamberimiz (S.A.V.) de Hz. Nuh hakkında: «Nuh (Aleyhisselam) ‘Bismillah’ ve ‘Elhamdülillah’ demeden büyük olsun, küçük olsun herhangi bir is yapmazdı. Bu sebeple Allah-u Teala onu ‘Çok şükredici bir kul’ olarak isimlendirdi» (Taberani; Ibn-i Cebir) buyurdu. Bediüzzaman Said Nursi de Nuh tufanı hakkında şunları yazmıştır: «Padişah-i bimisal, kavm-i Nuh’un mahvi için semavat ve arza emir vermiş. Vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: “Ey arz! Suyunu yut. Ey sema! Dur, isin bitti. Su çekildi. Dağın başında me’mur-u İlahinin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular.” Ista su üslubun ulviyetine bak. ” Zemin ve gök iki muti’ asker gibi emir dinler, itaat ederler ” diyor. Ista su üslup işaret eder ki, insanin isyanından kainat kızıyor. Semâvat ve arz hiddete geliyorlar. Ve su işaretle der ki: “Yer ve gök iki muti asker gibi emirlerine bakar bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli…”»
Hz. Nuh’un Evlatlarına Vasiyeti
«Bunlardan (ilk) ikisini bırakmayınız, ikisini de hazer ediniz (yapmayınız)
La ilahe illallah
Sübhanallah vebi hamdihiy’dir
Gavurluktan (sakinin)
Kibir (‘den sizi nehyederim)»