Buyrun Cenaze Namazına!
Buyrun Cenaze Namazına!
Durun canım cenaze namazı deyince hemen canınız sıkılmasın. Hele şu hikayeyi bir dinleyin bakalım.
Eski günlerde köyün birinde, köyün ileri gelenlerinden biri ölmüş. Köylüler pek alışık değilmiş ölüm haberine, dağ havasından mıdır ne, Allah uzun ömür verirmiş bu köyün insanlarına. Köylüler haber alır almaz cenaze evine koşuşmuşlar, feryatlar ağıtlar başlamış. Biraz sakin olanlar övüyorlarmış meziyetlerini merhumun. Saatler ilerledikçe, insanların aklı başına gelmiş, “hadi başlayalım defin işine” demişler. Demişler demesine de köyün hocası yıllar önce gidince, kimsenin aklına gelmemiş yeni bir hoca bulmak köye. Hoş bu köyde kimsenin gözü namazda olmayınca, ezanın da çoktandır okunmadığını fark edememişler.
Derken bir telaş başlamış cenaze evinde, köyün en güngörmüşüne baş vurmuşlar. Umutla bakmışlar gözünün içine güngörmüş köylünün, bir çok dini hikaye bilirmiş, anlatırmış Hayber Kalesinin fethini, Zaloğlu Rüstemin kıssalarını, çokça nasihat verirmiş cömertlikten, mertlikten. Güngörmüş köylü sıvazlamış çenesini, birazda mahcup edayla konuşmuş:
– “Kıldırırım kıldırmasına cenaze namazını da, hani bir hoca olsa daha iyi olurdu, ben pek bilmem gömülmüş ölüyle konuşmasını” demiş.
Umutları sönmüşken köylünün, dışardan tanıdık bir ses duyulmuş. Bu, köylerine sıkça gelen çerçicinin sesi değil mi? Hemen buyur etmişler içeriye. Çerçici muzip bir sesle:
– “Hayrola ağalar cenaze evi mi burası” demiş.
O da bu köyde birisinin ölmesine alışık değilmiş. Bakmış herkes somurtuyor, anlamış ki iş ciddi o da asmış suratını.
– “Bak Allah’ın işine iyi ki gelmişim. Çok ekmeğini yedim rahmetlinin, yetişemeseydim cenazesine dert olurdu içime vallahi” demiş.
Oturmuş gösterilen baş köşeye çerçici, okumuş üç ihlas bir fatiha, olmuş o anda köylünün gözünde bir evliya. Umutla parlamış gözleri köylünün, gökte ararken yanlarında bulmuşlar hocayı. Güngörmüş köylü başlamış övmeye çerçiciyi, anlatmış bu mübarek insanın asıl mesleğinin çerçicilik olmadığını. Dönmüş çerçiciye:
– “Şimdi tam sırasıdır rahmetlinin yedirdiği ekmeğin hakkını ödemenin” demiş.
Çerçici uyanık, anlamış üzerinde bir hesap yapılıyor, bozuntuya vermeden tastik etmiş başıyla hemen. Cenazenin sahibi atılmış:
– “Başlıyalım hocam defin işine, acele etmek gerekir derler cenazeye”.
Bakmış çerçici adı hocaya çıktı, yoklamış hafızasını; ölü nasıl yıkanır, kefenlenir, ya cenaze namazı kaç rekattı, sırt üstümü yüz üstümü gömülürdü ölü. Sıralamış peş peşe soruları, kafasından bulmaya çalışmış cevaplarını. Allah’tan hoca torunu imiş de görmüş küçükken birkaç cenaze yıkanışını, toplamış cesaretini, başlamış işe.
Bir güzel yıkamış ölüyü üzerlik otuyla, aklına gelmemiş hatmi otu. Gönül rahatlığı ile guslünü de yaptırmış, en iyi bildiği de buymuş zaten. Sıra kefenlemeye gelmiş, istemiş dört arşın bez bilgiç edayla, o da bir atasözünden aklında kalmış. Sarmalamış ölüyü bir çarşafa yaprak dolması gibi, artık hazırmış ölü cenaze namazı için.
Konmuş kapısı açılmayan caminin avlusuna cenaze, hoca geçmiş köylünün önüne, tam başlayacakmış ki namaza, bir köylü arkasından seslenmiş:
– “Hocam şu cenaze namazını bir anlatsan, çoğumuz kılmayalı uzun zaman oldu”.
– “Demek içinizde cenaze namazını bilmeyenler de var” demiş hoca kınayarak. Başlamış cenaze namazını tarif etmeye:
– “Ey cemaat, cenaze namazı iki rekattır, okunur her rekatında fatiha, bir rüku iki secde var bu namazda” diye fasih bir dille açıklamış.
Derken köylüler kılmışlar huşu içinde namazı, taklit ederek hocayı. Gömmüşler ölüyü sırt üstü mezara, beklemişler hocanın ölüyle konuşmasını. Hoca bakmış köylüler bekliyorlar, sıralamış mısraları, vermiş ölüye telkini:
Ey fani sorarlarsa rabbini
Sen söyle dünyadaki halini
Onlar sormazlar bir dah
Ne peygamberini ne dinini
Olur mezarın nur-u pür
Balyozlar gelir gümbür gümbür
Kimse duymasa da sesini
Sen bağırırsın gür gür
Çerçici pek sevmiş yeni mesleğini, vaat etmiş köylülere her cenazede köylerine gelmeyi.
Anlattığım bu hikaye, kim dinlese pek hoşuna gitti. Hele çerçicinin cenaze namazını iki rekat kıldırmasına epey güldüler. Tesadüf bu ya telefon çaldı, bir de ne duyayım? Ferit beyin kardeşi trafik kazasından vefat etmiş. Tam hikayenin üzerine buz gibi bir haberdi.
Bizim dairede âdettir, birisinin cenazesi olduğunda bay-bayan tüm arkadaşlar cenaze merasimine katılır. Cenaze namazının öğlen namazını müteakip kılınacağını duyunca bizi bir telaş aldı. Kimimiz cenaze namazına gitmek için taşıt ayarlarken, kimimiz de çelenk için bilmem ne eğitim derneğini arıyordu. Hep birlikte doluşup, gittik büyük camiye, bekledik cemaatin öğlen namazını kılmasını. Bu arada trafik canavarından konuşuyorduk, ne canlar gitmişti genç ihtiyar demeden. Ferit bey de çok üzgündü, ağlıyordu genç yaşta giden kardeşine. Arkadaşlarından öğrendik ki koyu Galatasaraylıymış rahmetli.
Derken cemaat camiden çıkarken biz de avluda yerimizi çoktan almıştık. Kamil bey yanımda biraz huzursuz beklerken, birden kulağıma eğildi:
– “Yahu cenaze namazı için abdest almak gerekir miydi acaba?”
Ben de şaşkınlıkla:
– “Abdestsiz namaz olur mu Kamil bey” dedim.
Kamil bey biraz yüzü kızararak:
– “Ne bileyim canım, televizyonda devlet ekranının cenaze namazına hep birden durduğunu görünce sandım ki!”
Yanımızdaki bey: – “Hişt! Hoca cenaze namazını tarif ediyor kardeşim, sessiz olun lütfen” dedi.
Hoca cenaze namazını tarif ederken aklıma çerçici geldi hemen, içimden kendi kendime güldüm. Gerçi hoca doğru tarif ediyordu namazı, ama cemaat pek değişmemişti.
Cenaze namazını kılınca hep birlikte tabuta hücum edip, cenaze arabasına yerleştirdik. Baktık Ferit bey telaşla sağa sola koşturuyor. Hemen vardık yanına adamcağızın, yardım edelim diye. Kendi kendine söyleniyordu:
– “Nasıl da unuttuk Galatasaray bayrağını!”
Arkadaşlarla hep birlikte caminin yanındaki dükkanlara dağıldık. Derken birisi buldu getirdi Galatasaray bayrağını. Bayrağı tabutun üstündeki yeşil örtünün üstüne örttüler.
Dedim ki kendi kendime: “ Din âdet haline geldikten sonra, zaman geçse de pek bir şey değişmiyor. Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz.” Vesselâm.
Mehmet Akif
(Semerkand Dergisinden)