Sıla-i Rahim Nedir ve Hakkında Bilmemiz Gerekenler.
Sıla-i Rahim Nedir ve Hakkında Bilmemiz Gerekenler.
Sıla, türkülerimizde, şiirlerimizde hasret ve hüzün dolu çağrışımlarla bizi gönlümüzden yakalayan bir kavram. Vatan hasretimiz, ana-baba özlemimiz, doğduğumuz büyüdüğümüz toprakların kokusu bazen bu bir tek kelimede gizlenir. Sözlükler sıla için “doğup büyüdüğü yere gidip, ayrı kaldığı yakınlarına kavuşma” diyor. Sıladan söz ederken, dilimizin ucuna bir başka kavram geliyor: Sıla-i Rahim. Sıla-i rahim, anne-baba ve akrabaları ziyaret vazifesi için kullanılan tanım. Vazife diyoruz, çünkü sıla-i rahim Yüce Yaratıcımız’ın bir emri. Dinimizin, insanı dertleriyle başbaşa yapayalnız kalmaktan koruyan, toplumu bir kalabalıklar yığını olmak yerine, bir aileye dönüştüren hayatî prensiplerinden biri.
İnsan hayatında doğumdan ölüme kadar etkili olan bir kader çizgisi var. Doğduğumuzda, hiç bir seçme hakkımızın olmadığı bir ortamda kendimizi buluruz. Tıpkı ten rengimiz, boyumuz, cinsiyetimiz, kan grubumuz gibi, annemiz, babamız, kardeşlerimiz ve akrabalarımız da ilâhi irade tarafından belirlenmiştir.
Anlıyoruz ki, nasıl insan olmamızdan kaynaklanan fıtrî özelliklerimiz varsa, Yaratıcımız’ın bizim için belirlediği bir sosyal ortam da bulunmakta. Ve tıpkı insan olarak var oluşumuzla ilgili vazifelerimiz gibi, bu sosyal ortamla ilgili görevlerimiz de olmak zorunda.
Doğduğumuz sosyal ortam deyince, aklımıza önce anne-babamız, sonra kardeşler ve akrabalarımız, nihayet komşularımız ve içinde bulunduğumuz bütün toplum geliyor.
“İslâm hayat dinidir” sözü, işte bu sosyal ortamı bir huzur ve mutluluk pınarına dönüştermeyi hedefleyen hakları, görevleri ve tavsiyeleri ifade etmek içindir. Bu hüküm ve tavsiyelerin hepsine birden, “akrabalık hukuku” ismini vermek mümkün.
Önce Anne-Baba
Akrabalık hukuku derken, en başta dinimizin anne-babayla ilgili emir ve tavsiyeleri gelir.
Annemizin ve babamızın hizmetini görmek, Allah’a kulluktan sonraki ilk vazifemiz. Haklı bile olsak onları hiçbir şekilde incitemeyiz, bir şikayet ve yakınma olarak ‘öf’ bile diyemeyiz. Bu, Yüce Rabbimiz’in Mukaddes Kitabımız’da hepimize verdiği bir emirdir. Anne-babamız için Rabbimiz bize şu duayı öğretiyor:
“Ey Rabbim! Beni küçükken koruyup büyüttükleri gibi, sen de onlara şefkat ve merhamet et!” (İsra/23-27)
Anne-babadan sonra yakın akrabalarla ilgili vazifelerimiz geliyor. Geçinemeyen akrabanın ihtiyaçlarını karşılamak, imkanımız olduğu takdirde zorunlu bir görev. Biz de muhtaç bir hale düşersek, yakından uzağa doğru maddi durumu müsait olan akrabalarımızın da bizim ihtiyaçlarımızı karşılamaları zorunlu.
Dinimizin öngördüğü bu zorunluluk, anne-baba ve çocuklar gibi en yakın akrabadan başlar, aralarında evlenme yasağı bulunan bütün akrabaları içine alır. Kardeşler, kardeş çocukları, amcalar, halalar, dayılar, teyzeler… birbirlerine karşı hukuken sorumludurlar.
Akrabaya Yardım Farz
Mesela amcanız, dayınız veya teyzeniz muhtaç duruma düşse ve imkan sahibi olan en yakın akrabası siz olursanız, onun aylık geçimini temin etmek zorundasınız. Siz muhtaç duruma düşerseniz, onlar da sizin ihtiyaçlarınızı karşılamak mecburiyetindeler. Huzurevi meftunlarının kulağına küpe olur mu bilemeyiz ama bu, İslâm’da farz hükmünde bir görevdir.
Herhangi birimiz vefat ettiğinde malvarlığımız hayatta kalan akrabalarımıza geçer. Onlardan birisi vefat ederse, bizler onların mirasçısı oluruz. Ömür boyunca kazanılan bütün mallar, yakınlık derecelerine göre akrabalara taksim edilir. Anne-babalar, dedeler, nineler, çocuklar, torunlar, eşler, kardeşler, kardeş çocukları, amcalar, amca çocukları, dayılar, halalar, teyzeler, bunların çocukları sırası geldiğinde mirasçı olur. Yani biz bir kimsenin teyzesinin çocuğu isek ve hayatta bizden daha yakın akrabası kalmadı ise onun mirasçısı oluruz. Aramızdaki ilişkiler güçlü olmasa dahi mirası bize kalır.
Birinci derecede yakın akrabalarımızla ebediyyen evlenemeyiz. Bunun anlamı şudur: Onlarla olan bağımız aramızda öyle bir yakınlıık meydana getiriyor ki, Allah bu yakınlığın herhangi bir şekilde değiştirilmesine müsaade etmemekte ve onu dokunulmaz kılmaktadır. Buna bağlı olarak, mahrememiz olan karşı cinsten yakın akrabalarımızla bir arada bulunmamıza müsaade etmektedir.
Diyet gibi ağır tazminatlarda maddi külfeti paylaşmak da akrabalarımıza karşı zorunlu bir görevdir. Böylece, ağır tazminatlar gerektirecek hataları işlemeden önce akrabaların birbirlerini gözetip, yanlış işlere düşmekten korumaları mümkün olabilmektedir. Dinimizin öngördüğü bu sorumluluk, ağır maddi külfet altında adeta yaşayan ölü durumuna gelecek olan akrabayı hayata kazandırmayı da hedefler.
Bakıma muhtaç olan küçüklerin bakımı ve terbiyesi de yakından uzağa doğru akrabaların görevleri arasındadır.
Çok özet olarak sunduğumuz bu hususlar, akrabalık hukukunun en önemli maddeleri arasında yer alır. Akrabalık hukuku içerisinde yer alan velayet ve vesayet gibi daha birçok konu bulunur. Bu haklar ve görevler, inanan bütün insanların boynunun borcu.
Akrabalık Bağını Kuran Allah
Bu görevlerin yanı sıra çok önemli bir görevimiz daha var: Rabbimiz, akrabalarımız ile ilişkilerimizi canlı tutmamızı istiyor. Sıla-i rahim, üzerimize farz. Bu görev, akrabalarımızı ziyaret etmek, haberleşmek ve yardımlaşmaktan ibarettir. Akrabalığımızın oluşumunda kendi iradesinin dışında hiçbir etkiye yer vermeyen yüce Allah, akrabalarımızla aramızda kurmuş olduğu bu yakınlığından devam ettirilmesinde bizim irademize yer vermiştir. Bize bahşettiği iradeyi, O’nun mutlak iradesine tabi kılmamızı istemiştir. Böylece bizi sınamayı ve imtihan etmeyi dilemiştir.
Akrabalık hukukunu gözetmenin hem kendimiz ve hem de toplum için ne kadar hayati önem taşıdığını ifade etmeye gerek var mı? O halde sözü uzatmadan kendimize dönelim ve şunları düşünelim:
Herbirimizin, beğensek de beğenmesek de, arzu etsek de etmesek de akrabalarımız var. Bunların bir kısmı yakınımızda olabilir, bir kısmı da ancak telefon kadar uzak olabilir. Darda olabilir, hali vakti iyi olabilir; farketmez. Acaba akrabalarımız ile haberleşiyor muyuz? Onları ziyaret ediyor muyuz? Onlarla yardımlaşıyor muyuz? Rabbimiz’in aramızda kurduğu akrabalık bağlarımızı biz kesiyor muyuz, güçlendiriyor muyuz?
Bu sorulara verdiğimiz cevaplar, nasıl bir mümin olduğumuzun ip uçlarını taşımıyor mu?
Kemal Süleymanoğlu – Semerkand