Cemaat ve İtaat
İnsan: Muhtaç varlık. Doğduğunda diğer bütün canlılardan daha aciz, daha muhtaç.
Büyüyüp geliştiğinde, bir fert olarak ayakları üstüne durmaya başladığında sona ermiyor bu durum. Allah, insanı diğer insanlarla hayatı paylaşmak ve bir arada yaşamak üzere kurgulamış. İnsan, insana muhtaç. Maddede ve manada…
Alıp başımızı, ıssız dağ başlarında yalnızlığımızın kuytularında yaşama şansına sahip değiliz. Bizi bir insan doğurdu, insan besledi ve büyüttü. Neslimiz yine insanla devam edecek. Sağlığımız, eğitimimiz, kültürümüz, ticaretimiz yine insanla mümkün.
İlk insandan itibaren topluluklar halinde yaşadık. Tarihimizi ve birikimimizi biribirimize yaslanarak oluşturduk. Bizi bir araya getiren, bazen akrabalıklarımız, bazen menfaatlerimiz, bazen yaşadığımız coğrafya, bazen ortak değerlerimiz oldu. Özellikle de dinimiz.
Allah’ın İpi
Bir arada yaşama ihtiyacıyla birlikte, bütün topluluklarda fertlerin itaat etmek zorunda olduğu ve itaat etmedikleri taktirde çeşitli yaptırımların uygulandığı “sosyal düzen kuralları” hep olageldi. Bu kuralları, ilk insan Hz. Adem (A.S.) ile birlikte ilk koyan Allah Tealâ’dır. Daha sonraları insanlar, bu kuralları aslından uzaklaştırarak yanlış uygulamalara gitmişler. Ama Allah Tealâ, kullarına merhamet ederek sık sık peygamberler göndermek suretiyle, doğru kuralları tekrar ortaya koymuş ve kullarının uymalarını istemiştir.
İnsanoğlunun, Adem (A.S.) ile başlayan dünya üzerindeki hayatı, kıyametin kopması ile sona erecek. Allahu Tealâ, dünya hayatının son diliminde yaşayan insanlara son uyarısını, son uyarıcısıyla göndermiştir. Yaratıkları içerisinde en çok sevdiği o sevgiliyi, kendisine uyulduğu takdirde -yığın yığın günahlar olsa bile- affının, acımasının, sevgisinin, ebedi mutluluğun kapısı yapmıştır.
İşte o son uyarıcı Hz. Muhammed (A.S.) Efendimizin, üzerinde durduğu konuların belki de en önemlisi, Müslümanların birlik beraberlik içerisinde olmaları ve başlarındaki imamlara veya başkanlarına itaat etmeleridir. Çünkü Allahu Tealâ;
“Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; (sakın) parçalanıp ayrılmayın…” (Al-i İmran/102-103) buyurmuştur.
“Allah’ın ipi”, İslam, Kur’an, Peygamber, Peygamber varisi imamlar, âlimler şeklinde tefsir edilmiştir. Müslümanlar, tevhid inancı ve İslam hükümleri etrafında kenetlenmekle mükellef.
Hz. Peygamber (A.S.) Efendimizin zamanında O’nun etrafında toplandı müslümanlar. O’nun elinden tutup bey’at yaptılar ve O’na itaat ettiler. Çünkü âlemlerin sahibi, “Allah’a ve Rasulüne itaat ediniz!…” (Al-i İmran/32, Enfal/1, 20 ve diğerleri) “Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik…” (Nisa/64) “(Habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olunuz. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i İmran/31) buyurmuştu.
İtaat, severek ve inanarak söylenenleri kabul etmek ve gücü yettiğince söylendiği şekilde hareket etmektir. Tabi olmak (ittiba) da yine gücü yettiğince örnek bir şahsiyete uyarak yaşamaktır.
Bir peygambere itaat ve ittibanın nasıl yapılacağı, Sahabe-i Kiram’ın hayatında levhalaşmıştır. Efendimizin (A.S.) hitabına, “Anam-babam sana feda olsun, buyur Ya Resûlallah!” diyerek karşılık vermeleri, onların itaatlerini sembolleştiriyordu. Onların her biri birer itaat abidesi… Yaratıcıya itaatin en güzelini hayatlarında ispat ederken, O’nun Resulüne -bir Resul ve bir imam olarak- itaat ve ittibanın aşk seviyesinde örneklerini vermişlerdir. Onlara ve İmamlarına binlerce selam ve ihtiram…
İşte Medine.. Resulullah (A.S.) mihrabında oturuyor. Sahabe-i kiram önünde. Boyunları bükük, gönülleri yanık. Efendimizin Cennet serinliği estiren bakışları dolaşıyor üzerlerinde. O saadetli bakışlar, sararmış ve zayıflamış gözü yaşlı bir aşığın üstünde duruyor. Canlara can katan ses dökülüyor sessizliğin içine: “Ey filan! Seni ağlatan nedir?” Cevap veriyor aşık: “Ya Resulallah! Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki: Sen, ailemden ve malımdan daha sevgilisin bana. Ve yine yemin ederim ki, canımdan da sevgilisin. Ailemle birlikte oturduğumda, aklıma geliyorsun ve işte bu gözyaşları alıyor beni huzuruna getiriyor. Düşündüm, hem size hem bana yakında ölüm gelecek. Anladım ki sizinle buluşmak mümkün olmayacak bu dünyadan sonra. Siz diğer peygamberlerle üstün derecelere gideceksiniz. Cennete girsem bile sizi göremeyeceğimi düşünüyorum. İşte bu görememe korkusu beni bu hale getirdi”
Sahabi, Allah ve Resulullah aşkının buram buram tüttüğü sözlerini bitirmişti ve bekliyordu Efendimizin (A.S.) dudaklarından gönlünü okşayacak merhemini. Ama O suskundu. Bu yanık mektubu onaylayıp, yüce huzura arzediyordu sanki.
Aradan bir müddet geçti ve Gönüller Sultanı yanık mektubun sahibini çağırttı. Ona müjdeler verdi ve Cebrailin getirdiği Nisa suresinin 69 ve 70. ayetlerini okudu: “Kim Allah’a ve Resul’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerini nimetlendirdiği peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır! Bu lütuf Alah’tandır. Bilen olarak Allah yeter.”
Sevgisiz itaat olmaz. İşte Sahabe-i Kiramın itaat ahlakı; binlerce örnekten sadece bir tanesi…
Şimdi şu soruyu sormak lazım: Sahabe-i Kiramın yaşadığı bu itaat ahlâkını ve onun sonucu olarak elde ettiği “Peygamberler, sıddıklar, şehidler, salihlerle beraberliği ve arkadaşlığı” Rabbimiz sadece onlara mı ikram etmiş? Yoksa geçerliliği kıyamete kadar sürecek olan bu ayetlerin muhatabı olan bütün müminler, aynı ikramı elde edip nimetlenebilirler mi?
Tabii ki iman eden her insan bu ayetle muhataptır ve bu itaat ahlâkını yaşadığı taktirde bahsi geçen nimetlere kesinlikle ulaşır. Efendimiz (A.S.) dünyasını değiştirmiş, fakat tebliğ ve irşadı devam etmektedir. O’nun varisi olan tebliğ ve irşad ehlinin etrafında itaat ahlâkı yaşanacaktır. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Peygamber’e ve sizden olan ulu’l-emre de itaat edin!…” (Nisa/59) ayeti bunun delilidir.
Ulu’l-Emr Kimdir?
Allah’a itaatkâr olan ve Allah’ın dinini yaşama ve yaşatma hususunda Resulullah’ın irşad vazifesinin varisi olan takva imamları, ayette bildirilen ulu’l-emrdirler. İbn-i Abbas (R.A.), ayette geçen “ulu’l-emr” ifadesinden maksadın, Allah’a kulluk üzere yaşayan fakihlerin ve din ehlinin olduğunu söylemiştir. (Isfahani, Müfredat, “Emr” maddesi). Gerçekten dini hem zahiri hem de batınî yönüyle, yani bütünüyle temsil edenlerin onlar olduğunu görürüz. Onlar, yani Allah’a kulluk üzere bulunan âlimler, başka bir ifade ile arifler ve kâmil müminler, Peygamber (A.S.) Efendimizden sonra tebliğ ve irşad görevini yürütmektedirler. Onlar, dini doğru anlama ve yaşama konusunda ümmetin “ulu’l-emr”idirler.
“Alimler, Peygamberlerin varisleridir.” (Ebu Davud, Tirmizi, İbn. Mace) hadis-i şerifinde bahsedilen veraset, zahiri bir varislik değildir. Peygamberlik, Allah’ın gönderdiği vahyin peygamber olan zat tarafından yaşanarak insanlara tebliğ edilmesi ve vahyin ışığında inananları irşadı ve terbiyesiyle meşgul olunması demektir. Sadece kuru bilgi aktarımı değildir. İşte Peygamber (A.S.) Efendimizin bu vazifesini yürüten gerçek varisler, tebliğ ve irşad sahasının ulu’l-emrdirler.
Ayet-i kerimeden asıl maksat yukarıda belirtilen mana olmakla birlikte, geniş anlamda Allah’a itaatkâr olan ve insanların sorumluluğunu sırtında taşıyan kimseler de bu hitabın içine girer. Toplumun en küçük biriminden en büyük birimine kadar bütün sahalarını, sorumlulukları nisbetinde içine alır. Evin reisi evde bulunan fertlerin ulu’l-emridir. İki kişi yolculuğa çıktıysa birisinin başkan olması gerekir. Bu Peygamber (A.S.) Efendimizin tavsiyesidir. Yolculuktaki başkan ulu’l-emrdir. Hasılı bütün sorumluluk sahipleri, Allah’a itaatkâr olmaları şartıyla sorumlu oldukları sahalarda ulu’l-emrdirler.
Bir müslüman ölümüne kadar itaat etmekle sorumludur. İslam itaat dinidir. Kulluğun tadını ancak itaat ahlâkıyla elde edebilir. Allah’a itaat etmekle sorumludur. Resulullah’a (A.S.) itaat etmekle sorumludur ve ulu’l-emre itaat etmekle sorumludur. İnsan itaat ahlâkı içerisinde olgunlaşır.
Bir müslüman, Allah’a, Resulüne ve başında bulunan ulu’l-emre itaat halinde bulunursa, bütün gününü ve gecesini ibadetle geçirmiş sevabı alır. Çünkü bu konuda Allah’ın emrine her an itaat halinde bulunmaktadır.
Ulu’l-Emr’e İtaat, Memuruna da İtaati Gerektirir
Ulu’l-emre itaat, asıl onun görevlendirdiği kimselere itaatta ortaya çıkar. Çünkü kişinin, kendi seviyesinde olan veya çeşitli yönlerden kendisinden düşük olan kimseye itaati de istenebilir. Efendimiz (A.S.) bunu çok iyi bildiği için şöyle buyurmuştur: “Başı kuru üzüm gibi Habeşli bir köle bile olsa, üzerinize başkan olarak görevlendirilenin emrini dinleyin ve ona itaat edin!” (Buhari) “Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana isyan eden Allah’a isyan etmiş olur. Benim (görevlendirdiğim) emirime itaat eden bana itaat etmiş, benim (görevlendirdiğim) emirime isyan eden de bana isyan etmiş olur.” (Buhari, Müslim)
İtaatin Önemi
Resulullah (A.S.) şöyle buyuruyor: “Kim itaatten elini çözerse, kıyamet gününde (kendisini koruyacak) bir delili olmaksızın Allah’ın huzuruna çıkar. Kim de boynunda bey’at olmaksızın ölürse, cahiliyet ölümü üzere ölür.” (Müslim) “Kim itaatten çıkar ve cemaatten ayrılır da sonra ölürse, cahiliyet ölümü üzere ölür…” (Müslim)
Bu hadisler ve diğer bir çok deliller, Müslümanın diğer Müslümanlarla birlik ve beraberlik içerisinde ve önlerinde bulunan başkanlarına, imamlarına itaat üzere yaşamalarını emretmektedir.
İtaat ahlâkının yerleştiği bir toplum, aynı zamanda sevgi ve saygı dengesinin hakim olduğu bir toplumdur. Büyük-küçük bütün inananlar biribirlerine karşı merhametlidirler. (Fetih/29) Dileğimiz, hayatımız boyunca Allah’a, Resulüne ve ulu’l-emr olan Allah erlerine itaat üzere yaşamamız, herkesi sevgi ile kucaklayıp, Allah’ın sanatının mahsulü olan her şeye saygıda kusur etmememizdir.
Mustafa Necm – Semerkand Dergisi