Sabır İmtihanı
Sabır İmtihanı
Hayat bir fırsat ve ganimettir. Harcandığında bir daha ele geçmez. Boşa gitmemesi, pişmanlıkla bitmemesi için sabır gerekir. Kurtulmanın tek çaresi sabretmektir.
Kişi, ilk olarak gayeye ermek ve ibadet edebilmek için tahammül göstermelidir. İbadet nefs için büyük bir zahmet ve ağırlıktır. Kişi, nefsinin karşı çıkışına ve ibadet lezzetine varamamış olanların hallerine uymayıp, kötü emsali örnek almayıp sabretmesi lazım gelir. Zira sabır kulluğun birinci basamağıdır.
İkinci olarak, fedakârlık isteyen taat ve ibadete riya ve gösterişin katılmamaya da sabretmek gerekir. Riya gibi, gösteriş gibi, ihlâssızlık gibi ibadeti bâtıl eden hallerden kurtulmak için yine sabır gereklidir.
Üçüncü olarak, sıkıntı, güçlük ve musibetlerle dolu dünya hayatına sabır lazımdır. Dünyanın kendisi beladır. Allah için olmayan bir dünya hayatı musibettir. Seni Allah’a götürmeyen dünya, nimet değil musibettir.
İnsan hayatı boyunca türlü meşakkatlere katlanır. Afetler, hırsızlıklar, uğradığı hakaret ve haksızlıklar… Çocukların, akrabaların ölümü, işlerin bozulması, iflâslar vs, vs… Türlü türlü musibetler yani. Fakat bütün bunlar üzücü olmakla beraber, Allah yolunda perde değildir. Kulluk için bir imtihandır ve bunlara sabretmek lazım gelir.
Allah Tealâ’nın sevgili kulları, en çok da peygamberleri sıkıntı çekmiştir. Daha sonra veliler, daha sonra da alimler bundan nasibini almıştır. Sıkıntı çekmek ahiret için olunca müminin sermayesidir, olgunluğuna sebeptir. Dünyanın kadr ü kıymete değmediğini anlamaya vesiledir.
Rabb-i Zülcelâl bir ayet-i kerimede buyuruyor: “And olsun ki, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana çekileceksiniz.” (Âl-i İmran, 186). İmtihanının içine çeşit çeşit belalar, musibetler, dünya hayatının gidişatı… Kısaca acı tatlı bütün haller girer. Bütün bunlar ibadetten geri kalmak için değil, aksine yüzü Allah’a çevirmek için, onunla irtibatlı olmak birer vesiledir.
Sen yüzünü Allah’a çevirir, kulluk etmek istersin. Ama arkadaşların seni kötü alışkanlıklara, nefsin lezzetlerine çevirmeye çalışır. Dünya sana musallat olur. Bir bakarsın işlerin yolunda, dünyanın zevki sefası seni çağırır. Bir bakarsın hayat taş taşımaktan ağır hale gelmiş, içinden çıkılmaz işler olmuş… Ne olursa olsun, dünyanın da, hayatın da, bizim de sahibimiz Allah. Öyleyse dünyanın zevkine de ezasına da sabredip, kulluk etmeye devam edeceğiz.
Kıyamette yaptıklarımız ortaya çıkar. Gençken ölen bir kimse, yaptığı hatalara karşılık: “Henüz çok gençtim, hayatın tadına varamamıştım..” der. Ama kendisine denilir ki: “Yusuf Aleyhisselam kadar genç ve güzel mi idin, insanların nefsî ve şehevî duygularına onun kadar muhatap mı oldun?” Öyle değil tabii ki…
Bazıları da: “Öyle fakirdim ki, geçim sıkıntısından ibadet edemedim. Eğer rızkım bol olsaydı, daha iyi kulluk ederdim.” der. Ona da denilir ki: “İsa Aleyhisselam kadar fakir miydin? O bir gün barınmak için mağaraya girdi, oradaki ceylan dile gelerek: ‘Ey Allah’ın Nebisi, Allah bu mağarayı bana mesken kıldı. Sizin mekânınız evlerinizdir.’ deyince oradan da ayrıldı. Taşı yastık yaptı, toprağı yatak, semayı yorgan yaptı, yattı. Lanetli şeytan gelip ‘Ya İsa sende mi dünyaya meylettin, yastık olarak taşı kullanıyorsun!’ deyince, o taşı da kaldırıp şeytana fırlattı ve bir daha yastık da kullanmadı. Dünyadan ayrıldığında ondan geriye kalan bir iğne ve bir ibrik idi. Sen bu kadar fakir miydin?”
Zenginler huzura getirilir ve onlar da der ki: “Yarabbi sen bize o kadar çok dünya malı verdin ki, biz bunlarla uğraşmaktan ibadet ve taate zaman bulamadık.” Onlara da şöyle denir: “Siz Süleyman Aleyhisselam kadar zengin miydiniz? Ne kadar zengin olursa olsun, sabah namazını kıldıktan sonra düşkünlerin yanına gider, onlarla otururdu. Dünya malı ne kadar arttıysa da o bununla meşgul olmadı.”
Mal-mülk, zenginlik-fakirlik, güzellik-gençlik insanı eğriltmez. Eğrilik kişinin içindedir. Bu yüzden insan bir an önce içini doğrultmaya çalışmalıdır.
Mehmet Ildırar Semerkand Dergisi