Nefis Terbiyesi
Nefis Terbiyesi
Nefs
Nefs, “insanın kendi, maddî benliği, egosu”dur. Nefs hep daha çok ister, insanı felaketlere, haramlara, zulümlere ve günahlara sürükler. Nefsinin arzularına yenilen kişi aynı zamanda kişiliğinden ödün vermiş, benliğini zaafa uğratmıştır. Nefis, insanı mahcup edecek ve günaha sevk edecek davranışlara ortam hazırlar.
Nefsin insanı kötülüğe sevk etmesi nedeniyle genelde kınanmış olmakla beraber, nefisle mücadele insanı manevi olgunluğa eriştirdiği için kişiyi değerli kılan bir unsur olarak kabul edilmiştir.
Kul olarak bize düşen, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine sıkı sıkıya uymak, yasaklarından kaçınmak, nefsimizin isteklerine boyun eğmeden Yüce Rabbimizin istediği şekilde bir mümin olmak için tüm gayretimizi göstermektir. Bir ömür boyu nefsimizle, şeytanla ve karşımıza çıkan bütün kötülüklerle mücadele edip Müslüman şuurunu sürekli diri tutmaktır.
Nefis Terbiyesi ve İlâhi Huzur
İnsanoğlu, ya bela ya da afiyet halinde bulunur. Belaya düştüğü zaman nefsin takınacağı tavır, feryat ve şikayettir. Belaya uğrayanın, bir kul olarak Allah’ın bağışlamasına sığınması gerekirken, -haşa- Allah ile hesaplaşırcasına kaza ve kadere razı olmadığı görülür. Böyle bir kimse, sebepleri hep maddi olarak bilir. O bela sebebiyle Allah’ın onu gafletten uyarmak istediğini düşünmez.
Afiyet ve nimet zamanında ise, şükretmek yerine oburluk ve kibirlilik taslar. Her ulaştığı isteğin sonunda bir yenisine yönelir, daha alâsını ister. Elde edemezse derhal isyan bayrağını çeker. Bilmez ki, Allah bir kulu sevmezse, dünya malını başına doldurur da hesabın altından kalkamaz.
Allahu Tealâ, gerçekte mümin kulunu dünyanın fani lezzetlerinden korur. Verdiği bir musibet ile kul uyanır, tevbe eder ve tevbesini bozmazsa o musibet bir lutfa dönüşür. Yüzünü Hak Tealâ’ya çevirirse ruhu ve kalbi ile insan olur.
Mübarek günler, geceler ve kandiller tevbe için büyük birer fırsattır. Karanlık ömrü kandil gibi aydınlatmaya vesiledir. Allahu Tealâ kullarına zulmetmez. Her zaman kullarının kurtuluşunu ister.
***
Müminin çeşitli vazifeleri vardır: Ailesine, komşusuna, bedenine, nefsine karşı vazifeler. Bedenimiz yani cesedimiz bizim bineğimizdir. Cesedin üzerine sultan olarak ruhumuz konulmuştur. Sultanın veziri olarak aklımız, vezirin askerleri olarak uzuvlarımız konulmuştur. O uzuvlara Allah’ın hükümlerini yaptırmak, bedenin bizim üzerimizdeki hakkıdır. Onun için Allah’ın Habibi, “Nefsiniz bineğinizdir. yumuşaklık ve şefkat ile muamele edin.” buyurmuştur.
Birisi dedi: “Ben herşeyden sıyrılarak tecrid üzere haccetmek istiyorum.” Bir mübarek ona şu karşılığı verdi:
“Evvela kalbini hatadan, günahtan; lisanını boş sözlerden sıyır, tecrid et. Sonra git haccını yap.” Arifler hacı olmadan önce kendilerini hac yapacak kemalata getirdiler. Bunun gibi, oruç gelmeden dillerine, namaz vakti gelmeden kılık kıyafetlerine hakim oldular.
Her ibadet müminin ıslahı, nefsin terbiyesi içindir. O halde günde beş defa kılınan namaz da bizi terbiye etmeli. Allah’ın Habibi, sahabilere şöyle buyurdu:
“Evinizin önünden bir nehir aksa ve günde beş defa bu nehirden yıkansanız ne olur?”
“Tertemiz oluruz ya Rasulallah.” Allah Rasulü buyurdu:
“İnsan günde beş defa Hakkın huzuruna çıkar da nasıl kirli kalır?”
Bir namaz var, görüntüsü namaz. Bir namaz var, sîreti namaz. Sîretinin namaz olması için suretine de dikkat etmeliyiz.
Her bir ibadetin nefsin terbiyesi ve tezkiyesi için olduğunu ifade ettik. Ariflerin hayatı bu terbiyeye giden yolun misalleriyle doludur.
Ali el-Saydalânî’den naklonulduğu üzere, mezheb imamımız Ebu Hanife’nin her gece bir virdi vardı. Bu vird Kur’an-ı Kerim’i hatmetmekti. Kur’an-ı Kerim’i hatmi bazen iki rekat namazda olur, yarısını bir rekatta, yarısını ikinci rekatta okurdu. Şayet gece tamamlanmadan önce hatmederse fecir vaktine kadar dua eder, münacatta bulunur, ağlar; gündüzlerini de oruçlu olarak fetva ve talebelerine ders vermekle geçirirdi.
Hizanetü’l Müftîn’de anlatıldığına göre de, İmam-ı Azam hazretleri her Ramazan ayında altmış bir tane hatim yapardı. Otuzunu gündüz, otuzunu geceleri ve bir tanesini de teravihte okurdu.
Yahya bin Naim’in bildirdiğine göre, kendisi Ebu Hanife hazretlerinin mescidine gece her gittiğinde hasırının üzerine İmam-ı Azam’ın gözyaşlarının düştüğünü işitir, çatıdan yağmur damlıyor zannederdi. Yine bildirildi ki, Ebu Hanife hazretleri, kırk sene sabah namazını yatsının abdesti ile kıldı. Gecenin tamamını namaz ve Kur’an-ı Kerim kıraatıyle geçirir, ağlamasını duyan komşuları ona acırlardı.
İmam-ı Kuşeyrî Risalesinde naklonulduğu üzere, Ebu Turab Nahşebî Hazretleri’nin nefsi bir defa sıcak ekmek ile yumurta istedi. Bu isteğine ulaşmak için yolunu bir köye çevirdi. O köyde bir hırsızlık olmuş ve halk hırsızı aramaktaydı. Ebu Turab’ı hırsız diye tutup yetmiş sopa vurdular. Sonra kendisini tanıdılar ve özür dilediler. İçlerinden birisi evine götürdü. Sıcak ekmekle yumurta ikram etti. Nefsinin isteğine ulaştı ama yetmiş sopa yedikten sonra.
***
İnsanlar yaratılışta iki kısımdır:
1- Yaratılışta kamil ve kusursuzdurlar. Yahya A.S. gibi, hiçbir günaha meyletmemiş ve işlememiştir.
2- Mücahede ve riyazetle huylarını değiştirip nefislerini ıslah etmişlerdir.
Mücahede, nefsin arzularına boyun eğmemek; riyazet ise nefsin arzularına boyun eğmeyip amel-i salih yaptırmaktır. Buyuruluyor ki, bir insan, nefsinin sıfatlarını Sîret-i Nebi’deki (Hz. Peygamber’in yaşantısındaki) itidal derecesine getirdiği oranda kamil olur.
Ahlakı güzelleştirmek için, ilk olarak öfke ve şehvet kuvvetini aklın iradesiyle ilahî emir ve yasaklara tabi hale getirmelidir. Buna ilaveten, yaptığı ibadetlerden ve iyiliklerden zevk almalıdır. Islah işinde zevk almak şarttır. İbadetlerinden zevk derecesi arttıkça, hem nefsinin dış ayıplarını hem de nefsinin içindeki gizli ayıpları ıslah eder.
İbadetler kalbe tesir etmeli ve nefsin ıslahına vesile olmalıdır. Bir kimse senelerce ibadet ettiği halde kalbi düzelmiyorsa ibadetlerinden bir menfaat elde edememiş demektir. Bunun için ibadetler nefsi dünya sevgisinden kesip Allah’a döndürmelidir.
Ebu Said Hadimî Hazretlerinin ifadesiyle nefsi ıslah etmenin en kolay yolu Allah’ın zikrine devam etmek ve haramlardan uzak durmaktır. Onun için, ders alan müride mürşidi ilaç olarak sabır ve metaneti tavsiye edeceği gibi zikir dersi de verir. Zikrin fazilet ve sevabı yanında, nefsi ıslah eden ve güzel ahlâka yönlendiren tarafı da bir gerçektir. Sohbetlere devam, hatme-i hacegân, cemaatle namazlara ve gece namazlarına verilen önem, ilmi teşvik gibi hususlar nefsi yavaş yavaş geçici dünya lezzetlerinden kestiği için ibadetlerden zevk alma tabiat haline gelir.
Hâce Muhammed Bahauddin Hazretleri şöyle buyuruyor: “Bu yolda en mübarek amel yoldaki taşı kaldırmaktır.” Yoldaki taş, Allah’ın emir ve yasaklarına bağlılığa mani olan nefistir. Bunun için de en evvel, kötü arkadaşları terk etmek gerekir.
İlahi huzura ulaşma dört kapıdan geçerek olur:
Bunlardan birincisi tevbe kapısıdır. Tevbe kapısının kapanması iki şekilde olur:
İlki insanın ölümündeki tevbesizlik. Nefsin azgınlığı sebebiyle tevbe fırsatı elden kaçmıştır. İkincisi, kıyametin kopmasıyla kapanan büyük tevbe kapısı.
İlahî huzura götüren ikinci yol tehzib (ayırma, ayırtedebilme) kapısıdır. Yani amellerin çirkinlerini ayıklayıp, hayırlı ve güzel amelleri adet haline getirmektir.
Üçüncü kapı istikamet kapısıdır. Bir müminin, yapmış olduğu amellerde emir ve yasaklar çizgisinden ayrılmaması istikamettir. Yalanı, gıybeti terk etmek, namazı kazaya bırakmamak, orucu bozacak hallerden kaçınmak gibi.
İşte bu âlî yolda insanın ulaşacağı son makam istikamet makamıdır. Bu makamda yalan yerine doğruluk, şehvet yerine iffet, gazab yerine şecaat, öfke yerine merhamet, menfaat temini yerine beşeriyete hizmet gelir.
Dördüncüsü takrib (yakınlaşma) kapısıdır. Bir ana kapı olmamakla beraber, diğer üç kapıya yardım eder. Hak yolcularının sohbet için, hatme-i hacegân ve Allah’ın zikri için bir araya gelmeleri, zahirî ve batınî hallerin ilmi olarak pekiştirilmesi takrib manasındadadır ve bütün bunlar nefislerin ıslahı içindir.
Allah hepimizi arınmış ve ilahî huzuru bulmuşlardan eylesin.
Mehmet Ildırar.