Her Zorluğun Sonunda Bir Kolaylık Var
Her Zorluğun Sonunda Bir Kolaylık Var
Yüce Yaratıcımız şer gibi görünen nice işlerin içinde pek çok hayır saklamıştır. Yaşanan herhangi bir sorun karşısında acele ile isyan etmeyip, işin sonu beklenirse bu hayırlar açığa çıkar. Asıl şer, sonu kötü biten ve insanı ebedi azaba iten iştir. Doktor, hastasını kurtarmak için ameliyat ederken ona eziyet verebilir. Ancak hasta şifaya kavuştuğu zaman sevinir, şükreder. Bu misalde olduğu gibi, sonu rahmete çıkan bir şeye kötü denmez.
Dünya hayatında insanın başına şu dört durumdan herhangi birisi gelebilir: Nimet, mihnet, musibet, masiyet. Başına ne gelirse gelsin, her olayın sonunu hayra ve iyiliğe çevirmek insanın elindedir. Şöyle ki, nimete ulaşınca şükretmelidir. Mihnet ve sıkıntıya düşünce sabretmelidir. Masiyeti yani günahı tövbe ve istiğfar ile temizlemelidir. Bunları yapan kul, her durumda Allah’a yaklaşmış ve başına gelen her şeyden hayırlı bir sonuç almış olur. Aksi halde, acı tatlı her şey zarar ve musibete dönüşür.
Aslında sıhhat gibi, hastalık da kulun kalbini Allah’a bağlamak için verilmiştir. Zenginlik gibi fakirlik de cennete götürme sebebi yapılmıştır. Galibiyet gibi malubiyet de kula marifet ve edep kazandırsın diye takdir edilmiştir. Bütün bunların bir hesabı ve hedefi vardır. Önemli olan olaylara gönlün bakışıdır. Yani işleri tatlandıran veya acılaştıran gönüldür.
Allah sevgisi ile huzur bulmuş güzel gönüller her şeyde bir güzellik arar; ağzına acı konsa onun bir derde deva olabileceğini düşünür. Günah ile kararmış ve tadını kaçırmış gönüller ise her şeyde bir kusur ve kötülük arar.
Sen hangi bineğe binersin?
Velilerden İbrahim bin Edhem (k.s) yaya olarak Allah’ın evi Kabe’yi ziyarete giderken yolda atlı bir zatla karşılaşır. Adam “Ey ihtiyar nereye gidiyorsun?” diye sorar. İbrahim bin Edhem (k.s) “Allah’ın evini ziyarete gidiyorum” der. Adam “Bir bineğin yok, o kadar yolu böyle nasıl gideceksin?” diye sorar. İbrahim bin Ethem “Benim birçok bineğim vardır; onlara binerek yoluma giderim” der. Adam “Nedir onlar, hani neredeler?” diye sorunca, Hazret şu cevabı verir:
“Başıma bir sıkıntı gelince sabır bineğine binerim. Bir nimete kavuşunca şükür bineğine binerim. Bir musibetle karşılaşınca rıza bineğine binerim. Nefsim beni kötü bir şeye çağırınca, ömrümün kalan süresinin geçen süresinden daha az olduğunu düşünüp ondan vazgeçerim.” Bunları duyan adam “Ey efendi, vallahi asıl binekli olan sensin, yaya kalan benim. Yürü, yolun açık olsun!” der. (Bursevi, Ruhu’l-Beyan, 2/157)
Akıl vahye tabi olursa yanılmaz
Neyin hayır, neyin şer olduğunu tespit için aklımıza güvenirsek yanılırız. Neyin hayır, neyin şer olduğunu Allah Teala bizlere Peygamber Efendimiz (s.a.v) vasıtasıyla bildirmiştir. Akıl bize bildirilenleri doğru idrak etmek için gereklidir. Yüce Yaratıcı’nın güzel dediği şeyler güzeldir; kötü diye tarif ettiği şeyler kötüdür. Bu konuda akla düşen görev, vahye tabi olmaktır. Son hükmü akıllar vermeye kalkarsa, bir aklın ak dediğine diğeri kara der; insanlık birbirine girer, böylece kaos kaçınılmaz olur. Bu nedenle tek hakikat olan Allah’ın hükmünü koşulsuz kabul etmemiz gerekir.
Bir de musibet ile masiyeti karıştırmamak gerekir. Musibet, bizim irademiz dışında başa gelen sıkıntı ve felaketlerdir. Masiyet ise, sakının diye yasaklanan fikir ve işlerdir. Bunlara kısaca haram denir. İşte dünyada kötü olan şeyler bunlardır. Başımıza gelen bir musibetten sorumlu değiliz; fakat işlediğimiz haramlardan sorumluyuz. Bir kazada bütün ailesini kaybeden kimse mesul değildir; ama ailesini yalana alıştıran, günaha bulaştıran kimse mesuldür.
Başa gelen sıkıntılara isyan edilirse şerre dönüşür; fakat sabredilirse sonuçta kulun yüzünü güldürecek bir nimet olur. Her sıkıntı aslında bir rahatlığın habercisidir. Her kaybediş yeni bir kazancın başlangıcı olabilir. Çünkü yüce Allah, her zorluğun peşinde muhakkak bir kolaylığın olduğunu müjdeliyor. (İnşirah, 5-6) Nefsimizin kötü ve sevimsiz gördüğü nice işlerin, aslında hayırlı olduğunu bildiriyor. (Bakara, 216) Kul kendisine düşeni yaptıktan sonra ilahi tecelliye, şükür, sabır, rıza veya istiğfarla mukabele etmelidir.
Mutluluğu arayan insan önce kazaya rıza göstermeli
Tüm bunların yanında insan yaşadığı musibetlerin sonunda kendisine bir nimet verilmese bile sabretmeli ve tevekkülü elden bırakmamalı. Çünkü “kul” olarak görevlerimizden biri de kadere ve kazaya imandır. Rasulullah (s.a.v) “Allah’ın kazasına rıza göstermesi, kulun mutluluk sebebidir” buyuruyor. Gerçekten de insan musibetlere sabrettiğinde başına gelenlerin etkisinden daha çabuk kurtulur. Aksi halde zihni sürekli o noktaya takılır ve kötü ruh halinden kurtulamaz, huzur ve sükunu yakalayamaz. Oysa sabreden veya rıza gösteren mümin “Hayatta iyi kadar, kötü de var” diyebilme olgunluğunu göstereceğinden kendisini olumsuz düşüncelere mahkum olmaktan kurtaracaktır. Allah hepimizi kazasına rıza gösteren salih kullarından eylesin.
Hakikati görmemek
Ufeyretül Abide (k.s) Allah aşkıyla çok ağlayan veli bir hanımdır. Öyle ki, ağlamaktan gözleri görmez olmuştur. Yakınlarından biri kendisine “Gözünün görmeyişi çok zor değil mi?” diye sorunca, o aşık kadın şöyle cevap verir: “Hakikati görmemek, Allah’ın emirlerindeki maksadı anlamayıp, gönül gözü kör olmak daha kötü ve zordur.”
Dilaver Selvi