Cennet Giysisi "Tevazu"
Cennet Giysisi “Tevazu”
İnsan iki yönüyle birden değerlendirilmelidir: Birincisi Yüce Rabbi’ne karşı ibadeti, diğeri de insanlara davranış biçimi. Gerçekten de iyi ve olgun insan, Yüce Rabbi’nin kendi üzerindeki haklarını titizlikle koruduğu gibi, insanların, hatta hayvanların haklarını da en iyi koruyan insandır.
Günümüzde her ne kadar bu iki alan birbirinden ayrı gibi düşünülse de, dinimizin bize öğrettiği şudur: İyi ve olgun insan demek, ibadeti kadar işleri ve insanlara davranış biçimi de güzel olan insan demektir. Şekil olarak ibadeti güzel, fakat insanlarla geçimi kötü olan kimse kâmil insan değildir.
Aynı şekilde, insanlarla iyi geçinen, herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü davranan, kimsenin hakkını yemeyen, fakat Yüce Yaratıcısı’nın hakkını unutan, emirlerini ihmal eden, secdeye yanaşmayan kimse de olgun ve örnek insan değildir. Aslında yaratılanlarla iyi ve dengeli ilişki içerisinde olmak, Yaradan’la sağlam bir irtibat halinde olmaya bağlıdır. Bugün medeni denilen toplumların, kendi içlerinde ve özellikle kendilerinden olmayanlara karşı sergiledikleri gayri medeni tutumun sebebini işte bu noktada aramak gerekir.
Büyüklüğü Gerçek Sahibine Teslim Etmek
Din bütünüyle edepten ibarettir. Dini bütün insanın her işi dengeli ve edeplidir. Onun hayatında ifrat, tefrit gibi aşırılık, dengesizlik ve haksızlık yoktur. O, Yüce Rabbi’ne karşı gereken edebi koruduğu gibi, O’nun bütün yaratıklarına karşı da edepli davranır. Varlıklara layık olduğu muameleyi yapmaya ve nefsi edep dairesinde tutmaya tavazu denir. Tevazu edebin, edep aklın göstergesidir.
Tevazunun merkezi kalptir. Yüce Rabbi’ni ve nefsini tanıyan kimsenin kibirli, cimri ve bencil olması mümkün değildir. Çünkü Rabbi’ni gerçekten tanıyan kimse, maddi ve manevi bütün mülk, yetki ve şerefin Yüce Allah’a ait olduğunu kesin olarak anlar, bundan sonra da nefsi için ilâhî edebe uymaktan başka bir izzet ve şeref aramaz.
Kalpte bencillik, nefsini beğenmişlik ve kibir varken, dildeki tatlı ifadeler ve yüzdeki sahte tebessümler tevazu değildir. Bu hale korkaklık veya yağcılık denir. Sonu da izzet değil, zillettir. Bu kimse tevazu gösterdikçe dünya malı kazanır, fakat dininden kaybeder, İnsanlara yaklaşır fakat Allah’tan uzaklaşır. Çünkü o Allah için değil, menfaati için tatlı konuşmakta, tebessüm etmekte, mütevazi gözükmektedir.
Tevazu, yüceliğin Allah’a ait olduğunu bilip hakka boyun eğmektir. Tevazu, herkese hakkını vermektir. Tevazu insanların önünde alçalmak değil, herkese güzel muamele ile ilâhî huzurda yükselmektir. Tevazu, kalbin samimi, dilin tatlı, yüzün yumuşak, davranışın ihlâslı, işlerin dengeli olmasıdır. Bunlara kısaca güzel ahlâk denir. Yüce Allah’a itaat eden tevazu göstermiş, isyan eden kibir yapmış olur.
Tevazu halka şirin gözükmek için değil, Hakk’a sevilmek için yapılır. Tevazu, kullukta nefisini kusurlu, başkalarını mazur görme ahlâkıdır. Tevazu, kibri kırmak ve kalpten bencilliği atıp yerine “biz” şuurunu yerleştirmektir.
Tevazu, karşısındaki insandan korkarak boyun bükmek veya ondan bir şey ümit ederek yağcılık etmek değildir. Tevazu, kesinlikle miskinlik, pintilik, tembellik, korkaklık ve dalkavukluktan ayrı bir şeydir Tevazu, herkesin imanı ve irfanı kadar sahip olacağı şerefli bir ahlâktır. Tevazu içi ve dışıyla samimiyet ister. Samimiyet olmazsa, tevazu zillete dönüşür.
Alçak Gönüllülük: Her Zaman, Her Yerde
Gerçek tevazuya ulaşan kimse, bu ahlâkı içi ve dışıyla yaşar. Hakiki tevazu gönülde, dilde, halde, ibadette, hizmette ve her işte kendini gösterir. Mütevazi olanın gönlü temiz, dili tatlı, hali edepli, ibadeti huşulu, hizmeti ihlâslı, işleri düzgün olur. Tevazu onun için değişmez bir huy halini almıştır. Buna meleke denir. Meleke, vücuda mülk olmuş, ondan ayrılmaz bir parça haline gelmiş sıfat demektir. Tevazuyu meleke haline getiren kimse, hangi halde olursa olsun tevazudan ayrılmaz.
Halkın içinde edepli gözüken bir kimse, evinin içinde eli, dili ve haliyle sıkıntı veriyorsa, o gerçek edebe ve tevazu ahlâkına ulaşamamıştır. Bu, ihlâsa ve mertliğe de aykırıdır. Başkalarının babasına karşı yumuşak ve edepli davranan bir genç, kendi anne ve babasına daha fazla edepli davranamıyorsa, ona edepli bir genç denmez.
Allah’ın yücelttiği şahıs ve değerlerle alay edip hakka düşman olan zalimlere beyefendi muamelesi yapmak da tevazu değil, dini tahkirdir.
Gerçek tevazuya ulaşan kimsenin kalbi doğruya aşıktır. Doğruyu kim söylese kabul eder. Yanlışını gösteren, hatasını söyleyen bir çocuk da olsa, bundan rahatsız olmaz, teşekkür eder. Kendini savunmaya, kusuruna kılıf aramaya çalışmaz. Karşısındakine, “sen de kimsin, sen ne biliyorsun, sen benim elime su dökemezsin, senin bildiğin kadar benim unuttuğum vardır!” gibi nefsanî sözler sarf etmez.
Gerçek tevazuya ulaşan kimse, fakir iken herkesle güzel geçindiği gibi, zengin olunca da herkesin hakkını korur, hatırını gözetir. Malı ile şımarıp edebini bozmaz, nefsinin acizliğini unutmaz, fakirlere ikinci sınıf insan muamelesi yapmaz. Tevazu fakirden çok zengine, memurdan çok amire, cahilden çok alime, halktan çok idarecilere lazımdır. Büyük veli Yahya b. Muaz K.S. bu önemli konuya şöyle dikkat çeker:
“Tevazu herkes için çok güzeldir, ancak zenginlerde daha güzeldir. Kibir her insanda çirkindir, fakat fakirlerde daha çirkindir.”
İnsan talebe iken edepli olduğu gibi, hoca olduğu zaman da edepli olmalıdır. Hatta ilmi arttıkça edebi, makamı yükseldikçe alçak gönüllülüğü, imkanı genişledikçe hizmeti artmalıdır. Bir insanın ilmi, irfanı, makamı ve şanı arttıkça edebi artmıyorsa, onun Allah’tan uzaklığı artar. Allah’tan uzaklaşan kimse ise insanlıktan çıkana kadar azar. Nefsinin keyfine tapan insan, manevi değerlerini öyle tüketir ki, elinde şeytanın göz dikeceği ve çalmak isteyeceği hiçbir şeyi kalmaz.
Üzülerek söyleyelim ki, zamanımızda ilim seviyesi yükseldikçe edep seviyesi düşmektedir. Hatta tanıdığım bir hoca, lise yıllarında uzun süre ders verdiği ve daha sonra profesör olan bir talebesinin kendisine selam vermeye tenezzül etmediğini, burnunu havaya dikmiş bir halde yanından geçip gittiğini üzülerek anlatmıştı. Hak yolunda bir harf öğreten hocasına kırk yıl kölelik yapmayı cana minnet bilen önceki büyüklerimiz, böyle bir çiğlik karşısında nasıl ah ederdi kim bilir!..
Bir insanın parası çoğaldıkça şımarıklığı artıyorsa, onun sonu alçalmaktır.
Bir insanın ilmî kariyeri yükseldikçe kibri artıyor, benlik duygusu kabarıyor ve insanlara tepeden bakıyorsa, onun sonu yalnızlıktır.
Bir insanın eline yetki geçtikçe nefsi kabarıyor, dünya makamı yükseldikçe zulmü artıyor ve ahlâkı kötüleşiyorsa, onun sonu gönüllerdeki sevgi cennetinden kovulmaktır.
Kibirlilere Cennet Haram
Dünyada ve ahirette şeref, tevazu sahiplerinindir. Kibirli kimselere dünyada sevgi kapıları açılmadığı gibi, ahirette ebedi cennet kapıları da açılmayacaktır, Cenab-ı Hakk’ın emirlerine karşı burun büken ve insanları küçümseyen kibirliler hakkında iki cihanın Serveri Hz. Muhammed A.S.’ın hükmü şudur:
“Kalbinde zerre kadar kibir taşıyan kimse cennete giremez.” (Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbnu Mace)
Kibir hastalığına yakalanmış bir kalp, dünyada tevbe ile temizlenirse bu tehlikeden kurtulur, Ancak, tevazu kalpte kendi başına oluşacak bir güzellik değildir. Bunun için, insan kalbinin derdine düşmelidir, kibrini temizlemek için çare aramalıdır.
Tarihte, kalbini kibir hastalığından temizleyip, gönlünü herkese açıp hizmet edecek bir hale gelmek için tacını-tahtını terk edenler vardır. Bu dertten kurtulmak için bütün malını mülkünü harcayanlar, tuvalet temizliğine razı olanlar, fakirlere sırtında un taşıyanlar, sokaklarda ceviz ve ciğer satanlar az değildir. Bütün gaye cennete girmeye engel olan kibirden kurtulmak, gönül hürriyyetine kavuşmak ve nefisten rahat etmektir.
Tevazuya ulaşmanın en güzel yolu, bu ahlâka ulaşmış salih insanlarla beraber olmaktır. Onlar, ilâhî aşk ile benliklerini yıkamışlar ve Yüce Yaratıcı’ya güzel kullukla ayrı bir benlik kazanmışlardır. Bu benlikle aşıklar artık “ben” demez, devamlı “O” der. O’nun için sever, O’nun için kızarlar. Arifler, Allah’ın yarattığı bütün varlıkları bir aile gibi görür, hepsine merhamet nazarı ile bakarlar. Kimseye karşı kibirlenmez, nefsini kimseden üstün görmezler. Onlar, sadece Yüce Sevgili’ye yönelir, O’nun hoşnutluğunu ararlar. Onlarla beraber olanlar, bu yüksek ihlâs ve edepten muhakkak bir pay sahibi olur. Arifler, “tevbe, zikir ve ilâhî sevgi ile bir mürşid elinde terbiye edilip sertliği giderilmeyen nefis, gerçek tavazuya ulaşamaz” demişlerdir.
Tevazu müslümanın şiarıdır. O ilâhî bir emirdir. Rahmet Peygamberi A.S. bu şerefli vazifeyi şöyle hatırlatır:
“Allahu Tealâ bana birbirinize tevazu göstermenizi, bazınızın diğerlerine taşkınlık ve zulüm yapmamanızı emretti.” (Müslim, Ebu Davud, İbnu Mace)
Tevazu Peygamber Ahlakıdır
Şimdi bütün yaratılmışların efendisi olan Rasulullah A.S. Efendimiz’in yüksek tevazu ahlâkından birkaç örnek verelim:
Efendimiz A.S. her güzellikte olduğu gibi, tevazuda da zirvedeydi. O, hür olsun, köle olsun herkesin davetine icabet ederdi. Bir yudum süt veya bir parça et de olsa hediyeyi kabul eder, onları yer, içer ve karşılık verirdi. Kendisi, rasullerin efendisi, muttakilerin imamı ve Alemlerin Rabbi’nin peygamberi iken, çarşı-pazardan bir şey alır, onu kendisi taşırdı. Elinden yükünü almak isteyenlere: “Bir şeyin sahibi onu taşımaya daha çok layıktır.” buyururdu. (Tebaranî, Ebu Ya’lâ, Heysemî)
Özel muamele istemezdi. Yeri cennet iken, dünyadaki insanların içinde olmayı tercih eder, onların çilelerine sabrederdi. Hakk’ın hatırına halkın sıkıntı ve nazını çekiyordu. O her makam ve şahsa karşı nasıl tevazu içinde muamele edileceğini bizzat gösteriyordu. Allahu Tealâ onu güzel ahlâkta bir numune yaptı. Ona uymadan kimsenin ilâhî sevgiyi tadamayacağını duyurdu. (ÂI-i İmran/188)
Rahmet Peygamberi A.S., kendisine uyulması gereken hususları şöyle tespit buyurdu:
“Bana iyilik, takva, Allah’tan korku ve nefsi zelil etme hallerinde uyunuz.” (Kurtubî, Süyutî)
O’nun tevazu hakkındaki şu beyanları konunun özünü veriyor:
“Kim Allah rızası için insanlara tevazu gösterirse, Allah o kimseyi muhakkak yüceltir. Kim de Allah’ın kullarına karşı kibir gösterirse, Allah onu alçaltır.” (Ahmed, İbnu Mace, İbnu Hıbban)
“Tevazunun başı, karşılaştığın kimseye ilk önce senin selam vermen, selam verene karşılıkta bulunman, meclisin gerisinde oturmaya razı olman, methedilmeyi, nefsini temize çıkarmayı ve iyiliklerinin anılmasını sevmemendir.” (Beyhakî, Süyutî)
“Ne mutlu şeref ve dinînden birşey kaybetmeden tevazu gösterene!” (Beyhakî, Tebaranî, Süyutî)
Hikmet ehlinden birisine: “Hased edilmeyen bir nimet ve sahibine acınmayan bir belâ biliyor musunuz?” diye sorulunca şu cevabı verir:
“Evet, haset edilmeyen nimet tevazu, sahibine acınmayan bela da kibirdir.”
Son olarak, büyük arif Şihabüddin Sühreverdi K.S.’yi dinleyelim:
“Allah dostlarının en güzel ahlâkı tevazudur. Kul, tevazu elbisesinden daha güzel bir elbise giymemiştir. Gerçek tevazuya ve hikmete sahip olan kimse, herkes onu nasıl görüyor ve değerlendiriyorsa nefsini o hale razı eder, kendisini öyle gösterir, farklı bir halde olduğunu ispata çalışmaz. Karşısındaki insan da kendisini nasıl kabul ediyor ve hangi halde göstermeye çalışıyorsa, onu öyle değerlendirir, o halde kabul eder. Kime bu hal ihsan edilmişse hem kendisi rahat eder, hem de başkalarını rahat ettirir. Gerçek tevazuya ancak Yüce Allah’ı tanıyan ve O’nun rızasına aşık olanlar ulaşır.”
Nurullah Toprak – Semerkand Dergisi