Çağdaş Şirk
Çağdaş Şirk
‘Baksanıza! Allah yerde ve gökte olan nice varlıkları sizin emrinize verdi. Üzerinize gizli ve açık (zahiri ve batıni) nimetlerini akıttı. Hal böyle iken, insanlardan bir kısmı -elinde gerçek bir ilmi, doğru bir görüşü ve hakkı gösteren bir kitabı yokken- kalkar, Allah hakkında mücadele eder, boşuna tartışmalara girer.’ (Lokman/20) ayeti, insanoğlunun fıtratını ve tuhaf tutumunu en güzel şekilde ortaya koyuyor. Bu insanlara: “Gelin sizi yaratan Allah’a kulluk edin. O’nun indirdiği kitaplara ve gönderdiği peygamberlere uyun” dendiği zaman: “Hayır biz canımızın istediği yoldan gideriz; nasıl arzu ediyorsak öyle yaparız” diye garip bir cevap verirler. Cenab-ı Hakk soruyor: “Peki, gittiğiniz yolun başında şeytan oturuyor ve sizi alevli bir azaba çağırıyorsa, hâlâ ona mı uyacaksınız?” (Lokman/21)İşte nimetler üstümüzde. İşte ortaya koyduğumuz medeniyetler önümüzde. Yerler ve gökler bütün güzellik ve nimetleriyle sırf Yüce Rabbimizin emri olduğu için hizmette. Zerreler, hücreler, atomlar, elektronlar, protonlar, güneş, ay, dört mevsim ve bütün hayvanlar… Hepsi vazifede. Emrimize verilen nimetler değişmedi, bitmedi, elimizden gitmedi. Zaten bu eşyadaki ilahi tecelliler bitmez. Yeni keşiflerin sonu gelmez. İnsan ömrü bunları takip etmeye yetmez.
Peki, … bu insan, niçin Rabbini unutup da nimetlere köle oldu? Hedefi şükür ve sevgi olan bunca ihsanları, hangi mantıkla küfre, şirke ve zulme alet etti ve hâlâ ediyor? Varılan sonuçlara ve Kur’anda tespit edilen insan manzaralarına bakın:
“İnsanlardan bazıları, Allah’tan başka varlıkları Allah’a eş koşarlar ve onları Allah’ı sever gibi severler.” (Bakara/165)
“Heva ve hevesini kendisine bir ilah edinen ve Allah’ın kendisini bir bilgi üzerinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ gerçekleri düşünüp ibret almayacak mısınız?
Onlar: ‘Hayat ancak yaşadığımız dünya hayatıdır. Yaşarız, ölürüz, bizi ancak zaman helak eder’ derler. Onlar bunu bir ilme göre söylemiyorlar. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.” (Casiye/23)
İlâh, kalbi çeken, sevgi ile kendisine bağlanılan ve muhabbetle kulluk yapılan varlık demektir.
İnsanın bir şeye fazla düşkünlüğüne ve aşırı sevgisine “heva” denir. “Hevasını ilâh etti” demek; hevesine kapıldı, hislerinin peşine takıldı, kötü arzuları kendisini nereye çekti ise oraya aktı, Allah’ın emrini unuttu, nefsine kulluk etti demektir. Bu manada ilâh, Allah’tan başka varlıklar için kullanılabilir. Kur’an-ı Hakim’de putlara da ilâh denilmiştir.
Bu âlemde asıl sevgiye ve ibadete layık olan elbette Allah-u Tealâ’dır. Çünkü sevgimizi de sevdiklerimizi de yaratan, yaşatan, bütün âlemi ilim ve kudretiyle saran O’dur. Hal böyle iken insan, sevgi kıblesini nasıl değiştiriyor ve fani olanı seçip, baki olanı hangi cesaretle terkediyor? Hayret doğrusu!.
Bu imtihanın özü şudur: Allahu Tealâ akıllarımızı ölçmek için dünyayı süsledi. Ayrıca eşyanın bize bakan yüzünü tatlandırdı. Bunların yanında kadın, evlat, mal, rütbe, itibar, geçim derdi gibi sebepler zinciriyle insan kuşatıldı. Özellikle yaşadığımız asırda maddenin içindeki kabiliyetler patladı, bir teknoloji devrimi yaşandı. Tekniğin getirdiği yenilikler, güzellikler ve zevkler insanoğlunu iyice şaşırttı. Bu şaşkınlık, Allah’ın azameti karşısında insanın hayran olup hayrette kalmasından değil, nefsin azıp gaflete dalmasındandır.
Keşke bunca inkişaf ve gelişme karşısında imanımız artsaydı! Bunları bize veren Mevla’ya karşı muhabbetimiz ve saygımız çoğalsaydı! Halbuki eşyadaki bu güzellik, Allahu Tealâ’nın binbir perde arkasından gizlice ortaya çıkan rahmet ve kudretinin tecellileridir. Bu sanat bizim değil O’nundur. Güzel olan Allah’tır, güzelliği veren de… Yüce Yaratıcı kudretini göstermek için kâinatı, ondaki sanatı görüp sahibini sevmek için de insanı yaratmıştır.
Esasen bütün ilim ve bilimler var olan şeylere yaslanır. Var olan her varlık ise, onu yaratanın şahididir. Yaratanın ismiyle okunan ilim, insanı imana götürür. Yüce Yaratıcıya iman, bütün müşkülleri çözdürür. İmansız ve nursuz bir kalb sinede yüktür. Bir bilinse, böyle bir kalbin derdi ne kadar büyüktür. Bu kalbin derdi, kendisini yaratanı tanımamak ve Yüce Mevla’nın yerine eşyayı koymaktır. Kalbin sahibi Allah, kalbin bu derdinin kesin ilacını söylüyor: “Dikkat edin! Kalpler ancak (yaratanına iman ve) O’nun zikriyle huzur bulur.” (Ra’d/28)
Eşya Nasıl Putlaştırılıyor?
İnsan, Yüce Yaratıcısını unutunca aklı şaşar, serabı su sanar, zehiri bal diye yutar, harama hayat diye dalar. Nefis bu dünyaya sadece mideden bakar. Ondan elde ettikleriyle sevinirken, onları kaçırmaktan da korkar. Öyle olur ki bu sevgi ve korku insanın bütün hücrelerini sarar. İnsandaki yaşama ve eşya sevgisi gönüle taht kurar. Bu sevgiyle kalp sarhoş olur. İnsan sebepleri hedef yapar, ölümü unutur, hayata iyice bağlanır, dünya gözünde kıymetlenir. Öyle ki, eşya Yüce Mevla’dan daha çok sevilir. Artık her an o zikredilir. Hayallere o yerleşir. İnsan sadece onun için üzülür, ancak onunla sevinir. Allah’ı zikirden ve namazdan çekinir. Onun gönlünde din, iman, ahlâk, helal, haram, namus, şeref önemini yitirir. Her şey maddedir, maddi hesaplar önemlidir ve ticaretin kanunları geçerlidir.
Bugün bir çok insan Allahu Tealâ’nın bir lütfu olarak teknolojiyi ve onunla gelen nimetleri şükre değil şirke alet ettiler. Hayat onunla başlar, onunla biter dediler. Ölüme kadar oyalandılar, aldandılar ve aldattılar. Kabrin içine girince olayı anladılar, ama geç kaldılar.
Ehl-i dünyanın tercihi madde olduğundan, bütün kalbiyle onu sever ve her şeylerini onun uğruna verirler. Sonuçta da biribirlerini terkederler. Bu tercihe göre o sonuç kaçınılmazdır. Tuhaf olan bu değildir. Asıl şaşılacak olan durum, Allah’a inandım diyen, ancak dünyayı tercih eden ve onu Yüce Rabbinden daha çok seven mü’minin halidir.
Maddenin aşırı derecede sevilmesiyle içine düşülecek felaketlerin başında Allah’tan gaflet, kalp katılığı, ibadetleri terk, kibir, hased, istikbal endişesi, korkaklık, tembellik ve keyfine düşkünlük gelmektedir.
Madde ve teknoloji, bir çok mü’minin tevekkülünü zedeledi, kalbini çekti, aklını çeldi. Gaflet içinde maddeye yönelen ve gelişmeleri takip eden bazı mü’minler, “bu işler insan elinden çıkıyor. Onları üreten kâfir, tüketen mü’minden daha kıymetlidir. Asıl olan iman değil akıldır” düşüncesine girdi. Allah’tan daha çok elindeki maddi imkanlara güvendi. Duayı terketti, kaderi inkâr etti. Gözyaşı kurudu, Allah sevgisiyle inleyip ağlamayı unuttu.
Teknolojinin ürünü olan nimetler, bazı mü’minlerin kalbinden ilahi muhabbeti çaldı. Kalp kupkuru kaldı, gönülde dünya tatlandı. Öyle ki, kul, bir koyunu kadar dininin derdine düşmedi. Midesi kadar kalbini düşünmedi. Gerçi bu insanlar eşyaya “bu benim ilahım!” demedi, ancak onun derdinden kurtulup kalbini Yüce Rabbine açarak “Aman Allahım!” da diyemedi. Malına secde etmedi, fakat Mevlasına secdeye de gitmedi. “Kıblem Kabe’dir” dedi, ama oraya hiç yönelmedi. “Para imiş her ne var âlemde, gayrisi kıyl u kal imiş ancak!” namesiyle yattı kalktı. Hadis-i şerifte belirtildiği gibi fitneler her yanını sardı, dinini beş paraya sattı.
Bu felaketin sebibi incelense, görülecektir ki tek sebep aşırı dünya muhabbeti. Vallahi dünyanın bir suçu yok, hepsi şahsın kabahati.
Halbuki, gerçek akıl sahibi mü’minler için bütün bu nimetler bir zikir vesilesidir. Şükür sebebidir, ibret levhasıdır, ilim vesikasıdır, ibadet meydanıdır, hizmet alanıdır.
Nurullah Toprak
Semerkand Dergisi