Gündüzü Karanlıklarda Yitirmek
Gündüzü Karanlıklarda Yitirmek
Şair: Merhaba, yeni gelen gün / Merhaba, yaşama gücüm! mısralarıyla, günü bir dostu selamlar gibi selamlıyor. Gün ışığıyla sıcak ilişkiler kuruyor.
Doğru söylüyor şair. Yalnız insan için değil, her canlı için ışık getiren yeni gün, yeni bir yaşama gücü, bir yaşama sevincidir. Her yeni gelen gün eşyanın yüzünü ağartır; kırların yeşilini, çiçeklerin sarısını, alını, morunu, pembesini getirir bize. Taze bir hayat, yeni bir dünya sunar insanoğluna. Gözlerimizin önünde mesut, rengârenk bir dünya süslenir. Gökyüzünün durgun ve berrak, denizlerin kâh dingin, kâh dalgalı mavisiyle tanışırız. Bu renkler derinlikleri ve sonsuzluğu hatırlatır. Maviliklerden sonsuza, ötelere bir çağrı işitir gibi oluruz. İçimizde ötelerin arzusu yanar. Ezel fikri, ebed duygusu doğar.
Işık sayesinde varlık alemi, satırları olmayan bir kitap gibi açılır önümüzde. İrfan ehli, tefekkür ehli bu kitabı okur, bu kitabın lisan-ı halini dinler. Gün ışığını içen her varlık, tefekkür ehli ile adeta sessiz bir sohbet halindedir. Allah’tan, kendi varlık sebeplerinden, sakladıkları sırdan, gayb aleminden bahseder. Işık sayesinde varlıkla arifane irtibatlar kurulur.
Evet; ışık, düşünen, duyan, hisseden, derinlikleri, sezen insanla bu irtibatlar kurar. Hayatımızı mesut ve manalı kılan seslerin, kokuların, tatların doğduğu pınarları hatırlatır. Kim bilir, belki bu sebeple insan, ışığı yitirmekten, ondan ayrılmaktan korkar. Dünya hayatında ışığı kaybetmek, saadetin en büyük kısmını kaybetmek demektir. Şairler bu korkuyu daha tesirli ifadelerle dile getirirler.
Cahit Sıtkı’nın:
Korkuyorum bu gecelerden,
Benim şimdi beni seyreden,
Bel bağladığım tepelerden,
Gün doğmayabilir bir daha.
mısralarını okurken, bu korkuyu biz de duyar ve yaşarız.
Yine aynı endişelerle Cahit Sıtkı:
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne halden anlayan bulunur,
Ah! Aklımdan ölümün geçer,
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül, Mevlâ’sına der ki:
Pervam yok verdiğin elemden,
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
mısralarını sıralar.
Alman şairi Goethe’nin son nefeste “biraz ışık” diye inlemesi de düşündürücüdür. Halikarnas Balıkçısı’nın “Gündüzü Kaybeden Kuş” adlı trajik hikayesinde ise kaybedilen ışık, kaybedilen bir hayattır. Bu trajik hikayede ışık, daha başka bir kıymet kazanır.
Hikayenin kahramanı Avcı Süleyman, bütün bir gün kırları dolaşır, fakat kıyacak bir tek can bulamaz. Bir damla da olsa kan akıtamamaktan dolayı keyfi kaçmıştır. Kan akıtmaya adeta sevdalıdır Avcı Süleyman. Bir av bulamadığı için köpeğine de kızgındır, küfürler savurmaktadır.
Nihayet, bir cana, ne olursa olsun bir cana kıymaya karar vermiştir. Akdeniz’in mavi kıyılarını, mavi göklerini süsleyen miholardan biri, hürriyete açılmak için kanada kalkmıştır. Avcı Süleyman çiftesini doğrultur ve beyaz tüyleriyle bir köpüğü, bir yumak kadarcık köpüğü andıran zavallı mihoya ateş eder. Avcının tüfeğinden çıkan saçmalardan biri, mihonun bir gözünden girmiş ötekinden çıkmıştır. Zavallı kuşun dünyası kararmıştır. Sonsuz maviliklerde aniden gün batıvermiştir. Kuş, darbenin ilk sıcaklığı ile gözlerini kaybettiğinin farkında değildir. Yolunun karanlık bir mekâna uğradığını zannetmektedir. Bu uğursuz karanlıktan bir an önce kurtulabilmek için sonsuz karanlığın derinliklerinde mütemadiyen kanat çırpmaktadır. Devamlı yükselmekte, göğün yüceliklerinde ışık aramaktadır. Ama nafile… Kanat çırptıkça artan yalnızca karanlıklardır. Gittikçe zifirîleşen, büyüyen, derinleşen karanlıklar… Miho artık gündüznü kaybetmiştir. Ertesi gün Akdeniz’in duru maviliklerinde bir avuç beyaz tüy yüzmektedir.
Bu hikaye, ışığını kaybeden bir kuşun trajedisidir. Yazar, yalnızca kuşun hayatını kaybedişini işleseydi, ışığı değil de hayatın ehemmiyetini ön plana çıkarsaydı, hikâye hiç şüphesiz bu kadar trajik olmayacaktı. Kuşa belki bu kadar acımayacaktık. Ama kuş, ışığı yani gündüzü kaybettiği için daha da acınacak bir hal almıştır.
Edebiyatımızda, bilhassa ceylanlı şiirlerimizde, yad avcı, zalim avcı, insafsız avcı diye anılan avcı da, bu hikayede cana kasdeden yönüyle değil, ışığa kasdeden yönüyle öne çıkmış, daha zalim bir kişilik kazanmıştır.
Dünya hayatımızı aydınlatan ışık bu kadar kıymetli işte. Dünya hayatımızdaki ışığa kasdedenler de bu kadar zalim. Bu hikayenin verdiği ilk mesaj bu.
Fakat gönül penceremizden bakarak hikayeyi tahlil edince, zihnimizde daha farklı çağrışımlar da uyanır. İnsan ölür, gözleri dünya ışığına kapanır ve şairin dediği gibi, bel bağladığımız ufuklardan şafağın kırmızısını, göğün mavisini göremeyebiliriz bir daha. Hatta güneş de dürülür, ay kararır, yıldızlar söner bir gün. Ama sönmeyen bir ışık yanar müminin kalbinde. İnsanın ezelden ebede kadar uzanan bütün macerasını, gaybı ve görünür varlık alemini aydınlatan bir ışık yanar; iman ışığı… Mümin hep o ışığın sönmesinden korkarak yaşar. Müminin gönlünde daima bu endişe büyür. Bu endişe büyüdükçe de Rabbi’ne, O’nun nuruna yönelir.
Bu ulvî endişe, evliya ve ariflerin endişesidir. Peygamberlerin öğrettiği ve ümmetleri adına bizzat duyduğu endişedir. İman ışığını kaybetme endişesi.
Cahit Sıtkı Tarancı, “her sıkıntı penceremden gün eksilmedikçe bana ehven gelir” demek istiyor. Halbuki dünya hayatının da ahiret hayatının da meşakkatlerini yok eden tek ışık iman ışığıdır. Fakir bu ışıkla sabreder, bu ışıkla sabrın sonundaki selameti görür. Gözlerini kaybeden bir âmâ, bu ışıkla karanlıklara katlanır. Bu ışıkla bu karanlıkların geçici olduğunu anlar.
İman ışığını kaybetmek endişesini duyan bir mümin, Tarancı’nın şiirini şöyle terennüm eder:
Allah’ım
Bizâr değilim.
Verdiğin sabırla hafifler elbet
Bu ayrılık, bu gurbet.
Seni andıkça dilim,
Yanar iman kandilim.
Gam çekmem artık,
Şu muvakkat elemlerden, kederden.
Yeter ki nurun eksilmesin,
Gönül penceremden.
Dünya ışığını kaybetmek bir faciadır elbette. Hele önceden ışığın zevkini tatmışsanız. Ama iman ışığını kaybetmek daha trajik.Halikarnas Balıkçısı’nın bu hikayesini tahlil ederken hep iman ışığını kaybetmiş insanın trajedisini muhayyilemde canlandırmışımdır. Avcının yerine kalplerden imanı çalan şeytanı, nefsi, şirkin ve küfrün elebaşılarını koymuşumdur. Gündüzü kaybeden kuşun yerine de imanını kaybeden zavallı ademoğlunu…
Faruk Gürbüz